Başbakan çıksa, “Bu park sizindir vatandaşlarım. Madem bu proje sizi bu denli rahatsız etti, bize düşen Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’nı dünya çapında bir parka dönüştürmektir” deseydi ne olacaktı?
Aslında günlerdir herkesin sorduğu tek soru bu.
Genel kanı; Başbakan, itiraz edenleri kucaklayarak karşılasaydı, Gezi krizini hem oy hem de sempati kazanarak atlatacaktı.
Ama tam tersi bir politika izlendi; Gezi Parkı’na destek veren herkes düşman ilan edildi, hedefe kondu.
Parktan haber veren gazetecilere provokatör dendi.
Taksim’de kapısını eylemcilere açan kuruluşların patronlarına gözdağı verildi.
Parka tam anlamıyla gaz bombası savaşı başlatıldı.
Gaz maskesi bulundurmak terörist şüphesiyle gözaltına alınmak haline geldi.
Yabancı basına, parkta yaşananlara dair “Vatandaşın demokratik eylem hakkını şiddet kullanarak engellememelisin” diyen tüm ülkelere, kısaca yaşananları eleştiren herkese “Haddini bil” dendi...
***
“Tamam, parka dokunmuyoruz” denemediği ve şiddet artarak devam ettiği için insanlar öldü.
Hükümet geri adım atmamaya yeminli gibiydi. Adeta bir güç sınavı, adeta bir varlık ispatı savaşı yaşanıyordu.
Sanki kimin daha güçlü olduğunu görmemiz gerekiyordu...
Binlerce insan yaralandı.
Sokaklarda karşılaştığımız görüntüler unutulacak gibi değildi.
Evden çıkarken cüzdanımızla beraber gaz maskemizi ve kaskımızı da çantamıza atmayı alışkanlık edindik.
Oturduğumuz semtlerde çatışmalar yaşanmasını, sokaklarda yaralılara rastlamayı normal karşılar hale geldik.
***
Şimdi deniyor ki; plebisite gidiyoruz. Yani İstanbul genelinde yapılacak bir nevi referanduma. Halk, Gezi Park kalsın mı yoksa gitsin mi diye oy verecek.
Bana göre bir park referandumla yıkılamaz. Bir park referandum gibi bir oylamanın konusu dahi olamaz.
Hadi diyelim ki oldu; Gezi Parkı referandumunun tarafları hükümet ve Gezi Parkı eylemcileri ise şayet, Gezi eylemcileri de siyasetçiler gibi kapı kapı gezip oy mu isteyecek?
Uzlaşmaya gitmek yerine inatlaşmayı devam ettirecek formüller bulmak işin sonunda bir kazanan bir kaybeden yaratmak sadece plebisiter diktatörlük konusunu gündeme getirmeye ve yeni tartışma başlıkları yaratmaya sebep olur.
“Kusura bakmayın yanlış yaptık ve üzerinize o gazları yağdırdık, bu olayı biz bu hale getirdik” denmesini bekleyen parkımı yıkma eylemcilerinden hükümetin karşısında bir muhalefet partisi görevini üstlenmesini mi bekliyoruz biz şimdi?
İtiraz eden tarafın halk, kabul etmeyen tarafın siyasi otorite olduğu bir konuda gelinen bu noktayı makul mü karşılamak gerekiyor acaba?
***
Hadi Gezi Parkı meselesi çözüldü diyelim.
Kavga, kıyamet, hakaret bir şekilde bu formüller işledi diyelim.
Bu yaşananların üzerinden atlayabildik diyelim.
Peki ama uzlaşmak için gerekli olan iletişim nasıl kurulacak biri bana bunu anlatsın lütfen.
İtiraz hakkı soru sorma hakkı, eleştirme hakkı, eylem yapma hakkı nasıl elde edilecek biri bana bunun cevabını versin lütfen.
Bundan sonra ne olacak?
Herkes itiraz ettiği konu başlığına göre bir örgüte bağlanmaya, terörist ilan edilmeye de mi alışacak?
Hadi diyelim ki ben de tüm sorularımdan vazgeçtim... Ama bir tek “Bundan sonra bu ülkede izinsiz nefes alma hakkından bahsetmek” söz konusu olabilecek mi’ sorusunda takıldım kaldım!