Genelleme yaparsak rahatlıkla Türk erkeğinin kadınla kurduğu ilişki 'sağlıklı değildir' diyebiliriz. Erkekler hala kadınları dövüşme aşamasından çıkartıp sevişme aşamasına kabul edebilmiş durumda değil. Kadınla savaşı, kadınla kavgası, kadını yok etme arzusu olanca hızıyla devam ediyor.
Sık sık dile getiriyorum; ülkemizde evlenmek mutlaka bir denetime tabi olmalı.
'Yoksa her gün karısını doğrayan, döverek öldüren koca haberlerini okumaya devam edeceğiz' diyorum.
Genelde aldığım eleştiriler aynı; nasıl bir ülkede yaşadığımızı bilmiyor musun, kim ve nasıl denetleyecek, kim neye göre 'evlenmesinde mahsur yoktur' diyecek...
***
Ülkenin en sıkı çalışan bakanlarından Fatma Şahin, yeni bir sistemin uygulanmaya başlandığından bahsetti.
Bundan böyle boşanmak isteyen çiftlere terapi uygulanacak. Bir ombudsman atanacak ve onun yol göstermesiyle ya o evlilik kurtarılacak ya da sorunsuz boşanma sağlanacak.
Şahin'in anlattığına göre Burdur'da yeni 'sistem'in denemeleri yapılmış. Boşanmak için gelen 25 çiftten 6'sı boşanmaktan vazgeçmiş.
Biraz daha gelişebilmiş bir ülke olsak şahane bir sistem bu.
Ama biz daha 'geçimsizliği' terapiyle aşma noktasında değiliz.
Biz hala kadınları öldüren kocalarla mücadele etmekteyiz.
Yani önceliğimiz kadın cinayetlerini önlemek.
Boşanmayı düşünenlere bir uzman gözetiminde çözüm aratmak güzel ama genele uygun bir çözüm değil.
Ülkede küçük sürtüşmelerden kurtarılacak evlilik sayısı ile dayak yediği için evden kaçan eş sayısı arasında dağlar kadar fark var.
Bu sistemi evlenmeye karar verip, başvuru yapanlara uygulamanın daha gerçekçi bir çözüm olacağına inanıyorum.
Böylelikle 'evlilik içi cinayetler' belli bir ölçüde önlenebilir.
Şiddete meyilli, öfke kontrolü olmayan bireyler önceden tespit edilip, ombudsmanın yönlendirmesiyle tedavi görmesi sağlanabilir. Hem o tedavi sadece evdeki eşi değil sokakta o sağlıksız adamın karşılaşacağı onlarca insanın hayatını da kurtaracaktır!
Hepimiz bir gün çekip gidecek miyiz?
KANALLAR arasında dolaşırken Balçiçek İlter'in Habertürk'teki programında Engin Günaydın'a rastladım.
Tam da o sırada 'Ben bu ülkeye ait değilim' dediğini duydum.
Hemen kumandayı elimden bıraktım ve izlemeye başladım.
İlter de en az benim kadar şaşırmış görünüyordu.
Engin Günaydın devam etti: Hiçbir zaman 'bu ülkeliyim' demek içimden gelmiyor. Sanki bir süre sonra kovulacağım. 'Hadi sen burada ne duruyorsun, toparlan git' dediklerinde şaşırmayacağım gibi geliyor bana. Belki de çocukluğumdan beri rahatsız eden bir ülke olduğu için herhalde vakti geldi gitmenin diye düşünüyorum. Çünkü benim çocukken oynadığım bahçeye bombalar atıldı, kurşunlar atıldı. Sonrasında biz yer değiştirdik. Başka bir yere gittik. Orda da sorunlar bitmedi. Şimdiki durumlara bakıyorum yine korkular ayyuka çıkmış durumda. Kimse kimseye tahammül edemez durumda. Birbirleriyle anlaşamıyorlar. Her an kavga edilebilir.
***
Son dönemlerde o kadar çok sanatçıdan benzeri sözleri duyuyoruz ki. Herkes 'gitmekten', başka bir ülkede yaşam kurmaktan bahseder oldu.
En son Müjde Ar 'Gitmek istiyorum' demişti. Şimdi de Engin Günaydın...
'Hepimiz birden çekip gidecek miyiz?' diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Bu din eğitimine laf yok!
GEÇEN hafta yurtlarda kalan, koruma altına alınmış kimsesiz çocuklara Diyanet İşleri Bakanlığı'nın personeli tarafından 'din ve ahlak' eğitimi verilmesi kararı alındığı haberleri çıktı.
Son günlerde; 'Kimsesiz çocuklara da dini eğitim veriyorlarmış, bir bu eksikti' diyen insanlara rastlıyorum.
Kimsesiz olmak belli bir ölçüde tutunacak dalın olmaması demek.
Ailen, sevdiklerin, evin, kendini güvende ve ait hissettiğin biri ve bir yer olmaması demek.
Hiç bir dayanağı olmayan çocukların yetişme çağında bir şeylere inanmaları gerekir.
En makulü de dindir.
Dozunda bir dini eğitim çocuğa inanacak bir 'sistem' yaratır.
İnançlı olmak onu bir yerinden hayata bağlar, kimsenin cevaplayamayacağı sorularının cevabını verir.
Sığınacak bir liman olur.
Bu söylediklerimi pedagoglar da onaylayacaktır.
Yani çocuklarınızın okullarda dini eğitim almasına karşı çıkabilirsiniz. Bu zorunlu kılındığı takdirde ben de itiraz edebilirim. Ama bu durum kimsesiz çocuklar için geçerli değil.
O yüzden her duyduğunuza sırf görüşünüze, duruşunuza uzak diye hemen itiraz etmeyin. Önce bir düşünün. Eğer daha iyi bir öneriniz varsa, kimsesiz çocukların eğitimi için elinizi taşın altına koyacaksanız buyurun o vakit tartışalım.
Haklı bir eleştiri...
GEÇEN pazar günü 'İsyanım çocukların hayatını kaydıranlara ceza vermeyenlere!' başlıklı yazım yayınlandı.
Özetle; 15 yaşındaki bir kız çocuğunu fuhuş batağına düşüren ve zorla ilişkiye girenlerin 'yetersiz delil' gerekçesiyle tahliye edilmiş olmasını eleştirmiş, istendiği takdirde delil aranmadığı, hiç bir delil bulunmayan davalarda tutuklu onlarca gazetecinin hala içeride olduğundan örnek verip 'Esas bu tip davalarda inisiyatif kullanılmalı ve bu adamlar tahliye olmamalıdır' demiştim.
Akşam saatlerinde telefonum çaldı.
Arayan Hıncal Uluç'tu.
'Yazını okudum. Eleştirim var. Sana yakışan bir düşünce değil bu' dedi. Şaşırdım.
15 yaşında fuhuşa zorlanmış bir çocuğun hakkını aramak, onu bu yola sürükleyenlerin ceza çekmesini arzulamak nasıl eleştirilebilir hiç anlam veremedim.
Önce biraz mücadele ettim sonra kabullendim. Çünkü Uluç haklıydı.
Diyordu ki; delil yoksa kimseyi içeride tutamazsın.
Doğru olan delil bulanmamışsa, suç şüphe düzeyinde kaldıysa bu durum sanığın lehine işler ve tahliye olur.
Dava devam edebilir ancak tutukluluk edemez.
Haliyle senin, 'Meslektaşlarımın davalarında da delil yok. Onların da aynen bu örnekte olduğu gibi serbest kalması lazım' demen gerekirken; sen, 'Madem ortada delil yokken gazetecileri içeride tutabiliyorsunuz o halde bu kız çocuğunu batağa çekenleri de delile ihtiyaç duymadan içeride tutmaya devam edin' diyorsun...
Telefonu kapattığımda üzerine bir daha düşünmeyecek kadar emindim, evet hukuksuzluğa itiraz ederken farkında olmadan başka bir hukuksuzluk önermiştim...