B.
İlk kez geldim, hayran oldum.
Her türlü hayranlığı celbedesi bir yer Sinop.
Ve her haliyle şu günkü ahvalimizi hatırlattı bana.
Sizlerle paylaşırsam belki bana hak verirsiniz.
Evvela rengârenk dağlardan ve münbit bağlardan geçiyorsunuz.
Derken bir kaç alamet beliriyor bir şehre girdiğinize dair.
Ardınızda bir cenneti bırakıyorsunuz ve şehre yöneliyorsunuz. Zira size vaat edilen, cennet vatanın en mutlu şehrini görmek.
Bir cenneti ardında bırakmaya değer bir hülyadır bu; çünkü tatmadığınız bir hazzı tadan insanlara rast gelmek düşüncesidir sizi yola tahrik eden.
Derken bir boğaza geliyorsunuz.
Yol daralıyor, ilerlemekte zorlanıyorsunuz.
O boğazın en dar yerinde bir cezaevi beliriyor hemen sağınızda.
Şiirlere, şarkılara konu olan... Sabahattin Ali'nin mahpusluğu ile anılan bir cezaevi.
Ruhunuz sıkılıyor. Görülesi yer değil.
İlerleyeyim ve mahpusluk düşüncesinden kurtulayım diyorsunuz; ne mümkün...
Daracık ve karanlık bir caddedir karşınızdaki. Yoğun trafik sebebiyle ilerlemeniz mümkün değildir.
Mutluluktan yana bir umut devşiremezsiniz böyle bir karanlıkta.
Bitmeyecek, sonu gelmeyecek bir karanlık ve keşmekeşe geldim zannedersiniz.
Azıcık sebat ve tevekkül ile ilerlemeniz gerekmektedir.
Kulluk muktezası, bir darlanmışlığa teslim olmamaya ve aydınlık ferah bir yere çıkmaya azmedeceksiniz.
Orada takılıp kalırsanız, ardınızda bıraktığınız cennetten yana hiç bir hissesi olmayan bir cehennemde olduğunuzu hissedeceksinizdir.
Öyleyse devam...
Az ötede atik camiler size tarihten seslenmektedir.
Burada bir miras var dersiniz; sizi alakadar eden bir miras.
Buranın benimle bir alakası var dedirtir size.
Umutlanmaya evvela bu mirasın hayali ile başlarsınız.
Bir kaç adım daha atınca karanlık ve keşmekeş Sakarya Caddesi birden son bulur.
Neden sonra fark edersiniz, o daracık ve karanlık caddede inkisara düşmek yerine sağdaki yahut soldaki her hangi bir sokağa yönünüzü çevirmenin sizi muhteşem bir denizin kıyısına ulaştıracağını.
Sağı-solu denizin en güzel manzaralarını sunan bir yarımadada olduğunuzu unuttuğunuz ve şehrin en karanlık noktasına muvakkaten hapsolduğunuz için bir parça da siz kabahatlisinizdir.
Bir miktar daha azmederseniz Seyyit Bilale, Şahin Tepesine çıkacaksınız.
Ve kimsenin size ispat etmesine gerek kalmadan fark edeceksiniz, Sinop'ta bütün evlerin denizi gördüğünü.
Bilaistisna hem de...
Bir darboğazdan geçmenin ve karanlık bir caddenin kesafetine hapsolmanın size cehennemî bir his yaşatmasına hakkınız yok. Zira bulunduğunuz yer hakikaten bir cennettir.
"Yol dar değil, darboğaz sıkıcı değil, ahval müşkül değil" demiyorum.
Aksine hem de çok müşkül, çok yorucu, çok bunaltıcı.
"Demin ve gamın baki olmadığı dünyada hiç bir darboğaz bitmez değil, hiç bir bunalmışlık ferah bulmaz değil" diyorum.
Sakarya Caddesi bitecek ve sizler denizi göreceksiniz.
Yeter ki karanlıkta takılıp kalmayın.
Burada denize inmeyen hiç bir sokak yok.
Aynı Sinop gibi.
Bu kadar.
GERİCİ OLMAK NİYE ÜZDÜ SİZİ?
Lüzumsuzun biri, Sezai Karakoç'un ardından "Sezai Karakoç seven, türüne sempati besleyen tartışmasız bir gericidir." demiş.
Eşimde dostumda bir vaveyla bir isyan.
Luzumsuza laf yetiştirme çabaları.
Adam doğru söyledi. Nedendir bu isyan?
Onun jargonunda dindar olmak, dindarlık sınırlarında yaşamak gericiliğe tekabül ediyor.
Bizi kendi jargonunca tarif etti sizin anlayacağınız.
Dindardırlar dedi; yobazdır, gericidir derken Allah'ı-kitabı var demek istedi.
Adam doğru söyledi.
O da bizim jargonumuzda belhum adal. Biz de kendi jargonumuzda onu tarif ediyoruz.
Belhum adal de bizim jargonumuzda ilerici demek.
Alınmak yok.
Herkes jargonunca konuşuyor.