Nuri Bilge Ceylan'ın ödüllü ve zorlu filmini izledim nihayet. Her şeyi bilen yazarların başlattığı anti propagandanın etkisiyle epeyi de risk aldığıma inanarak gittim üstelik filme. Tırstım Türkçesi. Ya gerçekten çok sıkıcıysa? Ya uyuyakalırsam? Ya Hıncal haklıysa!? 'Yok artık' deyip tuttum bir cesaret sinemanın yolunu. 'Arka-orta kalmadı' deyince gişedeki çocuk, sarılıp öpecektim neredeyse. Seyirci var ha salonda, yuppiii! Yirmi mirmi... Olsun varsın, biz bize yeteriz. Su bile almadan girdim salona. Bozkıra uydurdum koşullarımı. Ve film başladı. Nasıl desem; güneşli bir bahçeden kapalı yere girince görmez olur ya gözler... Bir süre alır hani içerinin ışığına/karanlığına alışmak. Ya da tam televizyon, bilgisayar başındayken elektrikler kesilir de, kalakalırsın öylece. Ne yapacağını bilene/bulana kadar geçen o huzursuz zamanı hatırlayın... Hah işte! İlk birkaç dakika onu yaşatıyor film insana. Sonra sonra alışıyor göz. Ve rehavet çöküyor yavaştan. Hafif bir uyku hali hatta... İtiraf ediyorum, içim geçer gibi oldu başlarda bir iki kez - Filmin aleyhine yormayın rica ederim, sorun bende: Avatar'da dahi uyumuşluğum var benim. Allah'tan o kadar gerçek zamanlı (ya da yavaş) akıyor ki film, bir şey kaçırmadım o anlık iç geçmesinde. O dönemeci başarıyla geçtikten sonra sorun kalmadı zaten. 15 dakikaya mal oldu ama film tamamıyla aldı beni içine. Sonrası bir şiir... Bu topraklar için yazılmış eşsiz bir şarkı ya da... Karakterler, oyunculuklar, hele o diyaloglar... Nasıl sürprizli, nasıl kara ve nasıl alçakgönüllü bir mizah... Kahkahalar attı salon uzun uzun. Kimler izliyor diye baktım arada; genç sevgililer, orta yaş çiftleri, zeki ve bloger görünümlü genç hanımlar, bir de ben gibi tekil şahıslar. Esas eziyet, antraktta dönen fragmanlar tabii. 'Bunlar film ise bizim izlediğimiz ne?' dedirtiyor ve eksenini kaydırıyor insanın. Başlayınca hemen toparlıyorsun tabii: 'Onlar standart film, bu ise Nuri Bilge Ceylan filmi'. Ve huzur geri geliyor... Otopsi asistanı Cafer, uzayan filmi sevgiyle izleyen seyirciye ödül resmen. Sadece otopsi asistanı değil, muhtar da fena dağıtıyor insanı. Muhtarın kızı da. Komiser de. Karısıyla konuşurkenki kuyruğu dik tutmaya çalışan hali de. Cep melodisiyle karakter ve duygu yaratma fenomeni bu filmde de var ayrıca usta yönetmenin. Komiserin Love Story'yle çalan telefonundan arayan karısından başkası değildir nitekim... Bagajdaki cesedin yanına kavunları koymadan edemeyen Arap Ali'yi, tutanak yazdırırken şahlanan 'savcıyı', nereye giderse gitsin iç sıkıntısını da götüreceğini adı gibi bilen 'doktoru' filan hiç anlatmayayım. Meşhur 'elma' sahnesini de çok sevdim ayrıca. O elmanın o yolu izlediğini ben keşfetmişim kadar sevindim izlerken.
FİLME GİDERKEN
Gerçeği kabul edin. Uykusuz geceler kadar uzun bir film bu. Herhangi bir sebeple, uykusuz bir gece geçirmenin ne demek olduğunu bilenlerden misiniz, onu deyiverin siz... Ve şu realist önlemlere kulak verin:
l Bir gece önceden uykunuzu tam alın ve gidebildiğiniz en erken seansa gidin. 21 ve gece matinelerinden uzak durun. Mecbursanız da enerji içeceğini ihmal etmeyin.
l Bozkır ruhuna saygılı olun, pop corn'dan uzak durun. Ancak yanınıza mutlaka kumanya alın. Haşlanmış yumurta gibi tok tutan yiyecekler tercih edin.
l Dar pantolonlar yerine terletmeyen kumaştan, rahat giysiler tercih edin. Zira, ikinci saate doğru pişik problemi baş göstermeye başlayabiliyor.
l Şemsiye, polar, yağmur çizmesi gibi mevsim gereçlerini mutlaka yanınıza alın. İstanbul'un hava değişim hızı karşısında 3 saat ciddi uzun bir süre.
l Bütün güzel filmleri birlikte izlemeyi istediğiniz biri varsa çekinmeyin, teklif edin. Korku pişmanlık getiriyor, tecrübeyle sabit.
l 'Nuri Bilge'yi anlamıyoruz' korosuna aldanmayın. Filmi baştan sona yazarak hem yapıta hem de seyirciye terbiyesizlik eden hadsizlere nanik yapın ve gidin bu güzelim filmi seyredin.
Home Tweet Home:
Gördüm ki; kaçmadan, abartmadan, kendini avutmadan çekilen acı insanı güzelleştiriyor. (tunckilinc)