24 Haziran sürecinde Cumhurbaşkanı adaylarının seçim kampanyalarını analiz etmeye niyetlenmiştim. Sloganlar, şarkılar, beyannameler, renkler ve sesler üzerinden geçmiş seçimleri de hatırlayarak kıyaslamalı bir tablo çıkarırım diye düşündüm. Arşivi tararken rahmetli Erol Olçok’un AK Parti’nin 2002 yılındaki ilk seçim zaferinin ardından Akşam Gazetesi’ne verdiği röportajdaki “Erdoğan Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi markalarından biridir. O yüzden kampanyamız çok başarılı oldu. Seçim kazanmak için lider, kalite ve program olacak. AK Parti’de bunların tümü vardı. Neyin söylendiği değil, kimin söylediği önemlidir. Halk Erdoğan’ı dinledi ve anladı” ifadesini okudum. Galiba bütün mesele aziz şehidimizin dediği gibiydi. Ne söylendiğine değil kimin söylediğine bakıyor seçmen. Aydınlandığımı düşündüm, büyük bir meşakkatten kurtulmuş olmanın rahatlığıyla analizden vazgeçtim. Sonuçta kampanya dediğimiz şey adayın giydiği elbiseden ibaret. Hani derler ya “Ne elbiseler gördüm içinde insan yoktu” diye... Görevimiz Tehlike dizisindeki “Bu disket 10 saniye içinde kendisini imha edecek” sahnesini hatırlatırcasına kendilerini imha etmek için birbirleriyle yarışan muhalefet adaylarına ne kampanya yapsan boş. Biri çöp tenekesinin üzerine çıkar boş meydana hınca hınç muamelesi çeker, öbürü sahneden seçmen fırlatır, diğeri ağzını her açtığında “eyvah ne bomba patlatacak” sıkıntısına sebep olur. Tamam ciddi analiz yapalım yapmasına da ortada ciddiyet yok.
Şimdi Temel Karamollaoğlu’nun “Sivas’a hızlı tren gelmesin, Madımak’ta pencereleri açmadıkları için öldüler, IMF’ten para alsaydık daha iyi olurduk” sözlerinden sonra “Türkiye siyasetinin dindar muhafazakar kanadını temsil eden Milli Görüş çizgisinin devamı niteliğindeki Saadet Partisi’nin 24 Haziran seçim sürecinde CHP ile kurduğu ittifakın olası etkilerini çatışmasız ayrışma ve kimlikleri koruyarak birleşme olguları bağlamında değerlendirdiğimizde...” diye başlayan ve bitmek bilmeyen cümleler kuramıyorum. Muharrem İnce’nin “Beni Amerikalılar aradı, Tarzanca konuştuk, büyükelçiler şunu dedi yok yok demedi, İncirliği kapatırım demedim incir tatlısına bayılırım dedim” türünden yalpalamaları karşısında “Geçmişten günümüze CHP-ABD ilişkilerinin Türkiye Solu’nun ideolojik aşınmasına etkileri bağlamında Muharrem İnce’nin söylemlerinin söz bürümsel karakteristiğini irdelediğimizde...” diyemiyorum. Meral Akşener’in konuşmalarını dinliyorum ve kendisini patlatan balondan başka bir şey görmüyorum. Peki muhalefetin genel durumunu özet olarak ifade edebileceğimiz bir kavram yok mu? Var. Bunun adı “Felix Culpa” yani mutlu cinayet. Her gün gözümüzün önünde siyasetin kalitesini katlediyorlar, bırakın alternatif olmayı aperitif olmaktan bile acizler ve mutlular. Yetersizliğin sağlayacağı başarıyı, ermiş yapacak günahı, kanser ile gelen zindeliği, matematiksiz hesabı ve bıçak görmemiş kasabı ne kadar ciddiye alabiliriz? Böyle bir muhalefeti ciddi ciddi analiz etmeye çalışmak ciddiyet mevhumuna hakaret olmaz mı?