Seçimden önceki son yazım bu. Bir daha pazartesi günü burada olacağım - Umarım! Türkiye en önemli eşiği atlatmış olacak, önümüzü daha net görmeye başlayacağız. Bu seçim Türkiye'nin de geleceğini şekillendirecek, nasıl bir ülke olacağımız iyice belirginleşecek. Kısa sürede çok şey değişiyor bu ülkede. Sekiz buçuk yıl öncesiyle bugünü kıyaslasanıza, bambaşka bir Türkiye var artık.
Etrafımda pek çok kişi AKP'nin bu seçimde rekor oyla iktidara geleceğine inanmıyor. Benim gibi Başbakan Erdoğan'ın 2023'e kadar Türkiye'nin lideri kalacağına inanan da pek yok.
Öte yandan, bunu söyleyenlerin hemen hepsi bir şekilde AKP'nin yeniden iktidarı alacağını da düşünüyor.
Çok daha ufak bir azınlık 'mucize' bekliyor seçimden.
İstanbul'daki Dalan-Sözen kapışması gibi bir sonuç çıkacağını, CHP'nin bir şekilde aradan sıyrılabileceğini, en azından bir koalisyon olabileceğini umut ediyorlar. AKP'nin 'tepe noktasına' ulaştığı, bu aşamadan sonra sadece 'devrilme' çizgisine geçebileceği teorileri bile var.
Her yorumu dinliyorum.
22 Temmuz 2007'de Zekeriyaköy'de bir arkadaşımızın terasında seçim sonuçlarını izlemeye hazırlanıyorduk. Hemen herkes sandıktan CHP-MHP koalisyonu çıkacağına emindi. Bütün arkadaşlarımız heyecanla geldi, sofralar kuruldu, içkiler içildi, muhteşem bir yaz akşamında televizyonun başına geçtik.
Daha ilk açılan sandıklarda herkesin yüzü düştü. Hiçbirimiz yüzde 47'lik bir sonuç beklemiyorduk. Hatta AKP'nin yeniden iktidar olmasını bile beklemiyorduk.
Bu yaşadığımız ilk hayal kırıklığıydı.
Belediye Başkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu'nun İstanbul Belediye Başkanı olacağına da inanmıştık. Bir sürü insan sırf Kılıçdaroğlu'na inandıkları için işlerinden güçlerinden fedakarlık yaparak kampanyaya destek oldu, koşturdu. Gecenin bir saatinde Beyoğlu'nda sandıklara sahip çıkarken saldırıya uğrayan kadın arkadaşlarımın öfkesini hiç unutmam mümkün değil.
Sonunda ne oldu? Beyoğlu da gitti İstanbul da...
Referandumda 'Evet' çıkacağını tahmin ediyordum ama sadece bir-iki farklı sonuç öngörüyordum. Bu da tutmadı.
AKP'nin pazar günü yapılacak seçimlerde oy kaybedeceğini düşünenlerin en büyük dayanağı yerel seçimde alınan yüzde 38'lik oy. 'Son seçimdeki oyu bu kadar' diyorlar. Bense 'Son seçimdeki oyları yüzde 58' diyorum ve hesabı ona göre yapıyorum. Referandumun iktidara bir tür güvenoylamasına dönüştüğünü kim inkar edebilir?
Bir de fazla basılan oy pusulaları, son seçimden bu yana seçmen sayısında yaşanan astronomik artış üzerine inşa edilen teoriler var.
Önümüzdeki bir-iki sene içinde ekonomik dip yaşanacağını, AKP'nin asıl bundan yıpranacağını, bu sayede iktidardan gideceğini hesap edenler de var.
Son sekiz buçuk yıldır muhalifler, Türkiye'nin gidişatından memnun olmayanlar önlerine sürekli birtakım eşikler koyuyor. Önce seçimler, referandumdu, şimdi ekonomik kriz, olası bir Cumhurbaşkanlığı krizi, hatta 2015 hesapları. Hatta Kürt sorunu bile...
Ama bütün bu dönemeçlere gelindiğinde bütün umutlar sönüyor. Hiçbir eşik ona anlam yükleyenlere beklenen sonucu vermiyor.
Keşke dış faktörlere umut bağlamak yerine iktidara alternatif olabilecek dinamizmde bir muhalif hareket oluşsaydı... Ama sanırım bu eşikler, dış faktörlere bağlı beklentiler umudunu kaybetmeyen, hala iyimser olanları hayata bağlıyor olmalı.
Epey bir süredir hayalciliği bıraktım, daha fazla hayal kırıklığı yaşamamak için.
12 Haziran seçimlerinden bir sürpriz beklemiyorum. Çıkacak sonuç arzu ettiğim bir siyasi tablo mu olacak? Hayır. Ama hangi sonuçtan benim istediğim bir tablo çıktı ki...
Bu aşamadan sonra da yeni eşikler belirlemek, sonucu gelmeyecek bir mücadeleye girmenin de bir karşılığı yok.
Bu çıkan sonuca boyun eğileceği anlamına gelmemeli ama. Teslim olmaktan da bahsetmiyorum. Ama sonucu kabullenmek, bu sonuçla uzun yıllar yaşayacağımız gerçeğiyle yüzleşmek şu anda tek seçenek. İsteyelim istemeyelim, beğenelim beğenmeyelim, sandık demokrasisi budur: İnsanların seçimi.
Bir Meclis tahmini
Bağımsız adayların hepsinin Meclis'e girmesini istiyorum. Tuncay Özkan'ın, Çetin Doğan'ın, Doğu Perinçek'in ve de tabii ki BDP'lilerin sayılarını artırmalarını diliyorum.
Seçmenin 'Oylar bölünmesin' diye değil, gerçekten inandıkları için oy vermelerini temenni ediyorum.
O kürsüden aykırı seslerin yükselmesini istiyorum.
MHP'nin onca kusuruna, yetersizliğine rağmen sırf kaset komplosu ters tepsin diye barajı aşmasını istiyorum.
Meclis'teki kuvvetli bir yeni CHP'yi çok önemsiyorum. Umarım kamuoyu anketlerindeki yüzde 26-27 bandından biraz daha yukarıda çıkarlar. Bu yüksek sonuç hiç değilse Kemal Kılıçdaroğlu'nun ayağını kaydırmak için parti içindeki hizipleri engeller. Kuvvetli bir CHP çarpık sistemimizde doğal bir 'denetletme' görevi üstlenecektir.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 330'un altında bir sayıyla iktidara gelmesi de Türkiye'yi biraz daha normalleştirecek, biraz daha dengeleyecektir.
12 Haziran sonrası Türkiye'nin de tek ihtiyacı normalleşme: Ne çılgın projeler, ne yol yapımları...
Türkiye'nin hızla normal bir ülke olmaya geri dönmesi gerekiyor.
Can Dündar nereye kayboldu
Can Dündar'ın sunduğu, NTV'nin prestij programı, kanalın ana haberi 'Can'lı Haber' yaz tatiline erken giriyor. İlginç değil mi? Önümüzde daha seçim var, Can Dündar da bu kanalın en önemli kozlarından biri. Dahası 'Can'lı Haber' de NTV'nin vitrini.
Her şeyden önce televizyonculuk takvimine uygun değil bu zamanlama. Bu gibi programlar standart olarak haziran sonuna kadar devam eder.
Ama Can Dündar böyle bir karar vermiş işte...
Hiç uzatmadan gerekçesini açıklayayım: Öğrendiğim kadarıyla Can Dündar geçen hafta en çok konuşulan isimlerden Nuray Mert'i konuk olarak almak istedi, 'namert' meselesini konuşmak için.
NTV yönetiminden 'Çıkarma' talimatı geldiği söyleniyor... Düşünün, Nuray Mert bir de o kanalın programcısı... Buna rağmen.
Ay sonunda tatile çıkmaya hazırlanan Can Dündar da 'Bardağı taşıran son damla' diyerek erken veda ediyor.
***
Can Dündar ilk değil... Farkında mısınız NTV ekranında alıştığımız hiçbir ekran yüzünü görmüyoruz ne zamandır...
Önce Çiğdem Anad gitti, ardından bu sene belki de en başarılı programına imza atan Mirgün Cabas... Bu hafta da Banu Güven tatile çıktı!
Sadece NTV'de değil birçok kanalda programcıların üzerinde büyük bir baskı olduğunu biliyordum ama işin ekran yüzlerini tatile çıkarmaya varacağını düşünmüyordum doğrusu. Kaldı ki ne Dündar, ne Anad, ne Güven, ne Cabas aşırı uçlarda isimler.
Merkezde duran sadece görevini yapan gazetecilere bile tahammül kalmadıysa...
Bu isimlerin bazıları seçim gecesi ekranda kullanılacak, ama bu erken vedanın telafisi değil elbette.