Brooklyn'de bir çocuk öldü. Dokuz yaşındaki Leiby Kletzky o gün yaz kampından eve arabayla değil, yürüyerek dönmek istedi. Artık büyümüştü, diğer arkadaşları gibi eve tek başına gidecekti. Zaten Borough Park'ta oturuyorlardı.
Hasidikler burada yaşıyorlardı, geleneksel olarak böyle bir semtti zaten, bir Yahudi'den diğerine zarar gelmezdi.
Komşuları, arkadaşları hep kendi ailesinden gibiydi. 'Dini bütün' insanlar diyelim. Evlerinde televizyon olmayan, çocuklarını televizyonun bile sunduğu tehlikelere karşı koruyan muhafazakar aileler.
Ailesi de aynı fikirdeydi; bu insanlardan ne zarar gelebilirdi... Eve yürümesine izin verdiler. Birkaç sokak sonra köşede buluşacaklardı.
Leiby yolunu şaşırdı. Daha evvel hep arabayla gidiyordu, Borough Park sokakları aldatıcı oluyormuş demek ki. Biraz daha devam etti, sonra panikle karşısında yardımsever olduğuna inandığı bir adam gördü.
'Gel arabaya bin, ben seni götüreyim' dedi adam. Güvendi, biraz da çaresizlikten bu uzatılan yardım elini tuttu.
Üç gün sonra adamın buzdolabında Leiby'nin ayağı, birkaç blok ötedeki çöp kutusunda da vücudunun geri kalan parçaları bulundu.
Leiby'nin o üç gün boyunca ne yaptığı bilinmiyor. İddialardan birine göre adamla bir düğüne bile gitmiş, arabada beklemiş. Katili gündüz işyerindeyken o hayatında hiç izleyemediği ama hep özendiği televizyonun başına oturmuş.
Leiby'i her gece sokaklarda arayanlar sadece Yahudiler değildi. Borough Park'ın diğer göçmenleri, Müslümanlar da dokuz yaşındaki bu çocuğu bulmak için uğraştılar, omuz omuza.
Facebook profilinde Lady Gaga ve 'Glee' dizisini beğendiğini yazan katil Yahudi çıktı. Bir başka dinin mensubu olsaydı, zaten ancak birbirlerine kenetlenerek var olabilmiş, düşmanlığa karşı birarada durarak ayakta kalabilmiş bir halka yönelik nefret suçu tartışmaları başlayacaktı. Sıradan bir cinayet olmayacak, bambaşka bir anlam kazanacaktı.
Ancak bu sefer de Ortodoks Yahudiler 'Bir Yahudi bir başka Yahudi'ye bunu yapar mı' diye tartışmaya başladılar.
Konca Kuriş'in izini süren polis bir evin kapısını çalmıştı. Kapıyı kara çarşaflı bir kadın açtığında memurlar evi arama gereği duymadılar. Halbuki Kuriş kaçırılalı daha birkaç gün olmuştu ve her türlü ipucu çok önemliydi. 'Kara çarşaflı kadınlar bu işi yapamaz' diye döndüler o evin kapısından.
Halbuki Kuriş o sırada o evde, bir başka odada bağlı tutuluyordu. Kapıyı açan çarşaflı kadın bir Hizbullah teröristiydi. Polis girip şöyle bir baksa bile cinayeti önlemiş olacaktı.
Toplumlar tehlikeyi hep 'öteki'nde ararlar. Neredeyse kendi varoluşlarını sürdürmek için bir ihtiyaçtır öteki arayışı. Eğer o polis memurunun annesi, akrabası kara çarşaflıysa bilinçaltı karşısında gördüğünü onlarla özdeşleşir.
Leiby'nin kayıp olduğu üç gün boyunca da Borough Park sakinleri bir Yahudi'den şüphelenmedi.
Ama işte iyi Yahudiler de var, kötü Yahudiler de. İyi çarşaflılar da var, kötü çarşaflılar da. Bunun Yahudi ya da çarşaflı olmakla bir ilgisi yok: Bazı insanlar iyidir, bazı insanlar kötüdür.
Aynı şekilde iyi Türkler de var, kötü Türkler de. İyi Kürtler de var, kötü Kürtler de.
Terörün son 30 yıllık mazisi ne yazık ki Türklerin büyük bölümünde ötekileştirmeyi körükledi. Son 30 yılda teröristle Kürt birbirine eşit sayılmaya başlandı, Türkler kendilerini daha üstün bir ırkmış zannetmeye başladılar.
Oysa gördük işte, son 13 şehit arasında bir tane de Kürt vardı.
İnsan ırkının kötü doğasını ırkla açıklayamazsınız, ırka indirgeyemezsiniz. Kürt sorunu söz konusu olduğunda Türklerin acilen 'Türkler iyidir, Kürtler kötü' yanılsamasından, önyargısından uzaklaşmaları gerekiyor.
Leiby'nin ölümünden bize çıkacak ders budur.
Murdoch haberini nasıl atladık
Sosyal medya artık öyle hızlı bir yere dönüşmüş ki, orada ifade ettiğiniz görüşleri gazeteye yazana kadar eskiyor. Geçen gün Rupert Murdoch ve oğlu James'in İngiltere'deki Parlamento sorgulamalarını izledim. Dünyanın birçok önemli gazetecisi de an be an, sanki maç yorumlar gibi olan biteni twitter'dan yorumladı.
New York Times gibi gazeteler anında kendi blog'larında haber yaptı, işin uzmanına duyurdu. Çoktandır zaten Amerikan basınında önemli haberler bir gün önceden İnternet'te patlıyor, ertesi gün daha ayrıntılı ya da aynı şekilde gazetede yer alıyor.
Gün içindeki başka gelişmeler de İnternet sitesine ekleniyor. Haber sürekli güncelleniyor. Tabii gazeteciler daha fazla çalışıyor.
Murdoch olayında da İnternet gazeteciliği müthiş bir refleks gösterdi, hemen yorumculara ulaştılar, olayı canlı tuttular. Haber beklemez kuralı vardır. Artık hiç beklemiyor. Gazeteler televizyonla yarışabilecek donanıma sahipler halbuki. Yeter ki ataletten kurtulsunlar.
Bizde birkaç İnternet sitesi ve gazeteler anında haberi verdiler, ama şöyle bir üzerinden geçerek. Ne yorum, ne derinlemesine analiz, ne de ayrıntı.
Bunun için gazeteyi beklemek gerekiyordu. Londra'da Rebekah Brooks'un ifadesi bittiğinde Türkiye'deki taşra baskıları dönmüştü bile.
Üç gün sonra olayı yorumlamışsın ne olacak?
Neden CHP'ye vuruyorum
Hiç öyle hükümete vuramamak, ya da onlara yaranmak gibi bir derdim yok. Başka hiç kimseyi eleştirememekten ya da CHP'ye vurmanın Türkiye'de bir yaptırımı olmamasından değil...
Hak ediyorlar da ondan.
CHP'yle kısa geçmişimi anlatayım.
Hatalarından, geçmişin yanlışlarından sıyrılan bir Deniz Baykal'ın Türkiye için bir şans olduğunu düşünüyordum, bunu defalarca vurguladım. Bugün Türk siyasetinde onun deneyiminde, birikimde ve eğitimde bir başka siyasetçi yok ne yazık ki...
Ama çok büyük bir hata yapınca Baykal'ı da savunacak durumum kalmadı.
Kemal Kılıçdaroğlu yeni bir rüzgardı, bir umuttu. İstanbul Belediye Başkanlığına aday olmasından, CHP liderliğine yükselmesine kadar kendisine destek verdim. Kılıçdaroğlu'nun neden CHP'nin başına geçmesi gerektiğini yazdım.
Daha ilk kurultayda, her önüne gelenin seçildiği Parti Meclisi listesinden bu işin altından kalkamayacağını anladım ama hemen infaz etmedim. Sonuçta benimki bir histi, belki yerine alıştıkça, Önder Sav ya da benzeri bahanelerinden sıyrılınca beni yanıltabilirdi. Emekleme aşamasındaki bir partiye biraz zaman, şans tanınması gerektiğine inandım
Bu süre 12 Haziran günü doldu. CHP bir sınava girdi ve başarısız oldu.
Siyasette 'loser' olmanın, kaybetmenin bir yaptırımı olmalıdır. Lise sıralarında herkesin alay ettiği ezik çocuktan bahsetmiyoruz ki 'Düşüne bir tekme daha vurmayalım' diye korumamız altına alalım. Türkiye'yi yönetmeye talip olan bir partiden söz ediyoruz. Bunu yapamayacakları anlaşıldı seçimde.
İktidar partisiyle aralarındaki oyu 10 milyona çıkartarak nitelikli muhalefet olma fonksiyonunu da yitirdiler.
Beceriksizliklerinin bedelini demokrasi ödedi. CHP'liler ne bekliyor? Bir de madalya mı takalım?
Geçenlerde bir kokart taktılar işte, onunla yetinsinler.
twitter.com/orayegin
facebook.com/oryegn