2008 yılında piyasaların altüst olmasından sadece birkaç ay önce pek çok CEO'nun hisselerini bozdurduğu, bazı hükümet görevlilerinin aniden görevden ayrıldığı ortaya çıktı.
Bugün bankalarını batıran CEO'ların her biri astronomik ekonomik tazminatlarıyla evlerine çekildi... Milyonlarca dolar tazminat, ayda bir milyon dolar gibi danışmanlık ücretleri...
Belki o dönem geleceği görüyorlardı, ancak bunu halktan gizlediler. Harvard, Columbia gibi okullarda çalışan akademisyenler bile üzerine para aldıkları raporlarla hükümeti, ekonomi politikalarını, denetimlerin kaldırılmasını, neo-liberalizmi övgülere boğdular.
Sonunda Amerika tarihin en büyük ekonomik buhranlarından biriyle, yüksek işsizlik oranıyla, düşük eğitim seviyesiyle bir çökmüş imparatorluk haline geldi.
Bu bilgileri büyük ihtimalle Oscar'a aday olacak 'Inside Job' belgeseli yansıtıyor.
Belgeselden geçen hafta söz etmiştim. Ve Amerika'da yaşananların, 'her şey iyi gidiyor' dalgasının Türkiye'ye de model olabileceğine dair endişelerimden söz etmiştim.
Malum, basında ve iş dünyasında sık sık 'Ekonomi çok iyi gidiyor' diye bir pompalama var.
Hatta iş dünyası açık açık AKP hükümetinin ekonomi politikalarından memnuniyetini dile getiriyor. Olası bir CHP hükümetine karşı korku ortamı yaratılıyor.
Ne tesadüf ki, tam da bu 'Inside Job' belgeselini yazdığım gün Milliyet'in birinci sayfasında bir 'rüya takım' fotoğrafı vardı: Üç tane CEO birleşmiş ve büyümeden, ekonomiden ne kadar memnun olduklarını aktarıyorlar. İş dünyasının memnuniyeti yapılan bir toplantıdan sonra başka köşelere de yansıdı.
Amerika'daki gibi bir çıkarım yapmamız mümkün mü acaba? Yani CEO'ların memnuniyetini tersten okumak... Onların memnun olduğu bir ekonomik düzenin aslında halkın aleyhine işlediği, işlerin sadece belli bir kesim için iyi gittiği anlamını çıkartabilir miyiz?
Önceki gün Milliyet yazarı Mehmet Tezkan da büyümenin halka nasıl yansıdığını sorguluyordu: 'Çalışan büyümeden nasibini alamıyor... Ülke her yıl büyüyor, zenginleşiyor... İşçinin çalıştığı kurum da büyüyor ama o işçi bunun meyvesini göremiyor... Memur da... Emekli de...'
Ama CEO'lar mutlu ve umutlu!
Dahası, OECD raporuna göre kentlerde işsiz gençlerin oranı yüzde 27'ye varıyor. Eğitimli nüfusun yüzde 25'i işsiz... Genel işsizlik ise 2011'de daha da artacak...
Dün Güngör Uras'tan öğreniyoruz ki CEO'ların çok mutlu çıktıkları TÜSİAD toplantısında ekonomiden sorumlu Bakan Ali Babacan, 'ikinci kriz' uyarısı yapmış...
Bundan böyle CEO haberlerine kuşkuyla bakmamak mümkün mü?
'Yemekteyiz'den neler öğrendim
- Türkiye'de ister ünlü, ister ünsüz olsun gelişmiş damak tadı nüfusun çok az bir yüzdesinde var.
- Kendilerini stil ve tarz öncüsü zanneden ünlülerin pek çoğu stil ve tarzın ne olduğundan habersiz.
- 'Yemekteyiz'e katılan ünlülerin hemen hiçbiri yemek yapmayı bilmiyor. Bıçak kullanma, ölçü oranları, bazı doğrama teknikleri, kıvam tutturma konusunda da hiçbir fikirleri yok.
- Tatlı yapımında un-şeker oranı ölümcül önem taşır ve elektronik mutfak tartısının kullanılması gerekir. Bu çok basit mutfak aletini kimsenin kullanmaması dikkat çekici.
- Mönü tasarlamak, belli lezzetleri bir arada sunmak da ayrı bir sanattır. 'Yemekteyiz'e katılanlar tutarsız mönü hazırlama konusunda özel birer örnek; ünlüler daha da büyük facia.
- Belli ki son 20 yılda ünlü olmayan yarışmacıların mutfaklarına sonradan giren tek yeni malzeme mısır. GDO'lu ve obezitenin birinci kaynağı mısırı Türk mutfağı çok sevmiş ki her malzemede kullanıyorlar. Ünlüler parmesan peynirini keşfetmiş ve her şeye yakıştırabileceklerini düşünüyorlar.
- Ünlülerin katıldığı 'Yemekteyiz'de bir yarışmacı: 'Geçen hafta aldığım mantarlar başka renkti, şimdikiler daha açık renk.' Herhalde yüzlerce mantar çeşidi olduğunu bilmiyor.
- Çok temel bir mutfak kuralı olarak şefler evlerde bile yemek pişirenlere farklı ürünler için farklı kesme tahtaları kullanmalarını önerirler: Tatlar karışmasın, bakteriler bulaşmasın diye. Soğanla meyve aynı tahtada doğranmaz mesela. 'Yemekteyiz'in böyle bir derdi yok.
- Bir su bardağı, bir çorba kaşığı, bir çay kaşığı gibi Amerikalıların pişirme işlerini kolaylaştırmak için icat edilen ölçülerin hepsi bir değildir. Su bardağı illa da evdeki su bardağı demek değil; dahası farklı ürünler için 'bir su bardağı' ölçüsü de değişir. 'Yemekteyiz'dekiler bu ince ayrımın pek farkında değil.
- Organik gıda, GDO'lu ürünler, 'serbest dolaşımlı' tavuk, çimenle beslenen dana eti gibi son yıllarda çok önem kazanan bazı gıda hassasiyetleri henüz 'Yemekteyiz'e sirayet etmemiş.
TRT'den maaş alan gazeteciler
Yalan dediler... Küfür ettiler... Patronlara şikayet ettiler... Genel Yayın Yönetmeni'ne çağrıda bulundular... Susturmaya çalıştılar, bu konunun kapanmasını istediler... Ama sonunda Türkiye de 'açık toplum' olma yolunda önemli bir adım attı ve bizim paramızla TRT'ye program yapan gazetecilerin kaç para aldığı ortaya çıktı...
CHP'nin Bülent Arınç'a verdiği soru önergesini TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin yanıtladı. Ve gazetecilerin TRT'den aldığı paralar ortaya çıktı.
Ergun Babahan 3200 TL alıyor... Taha Akyol 3000 TL... Fehmi Koru 2500 TL... Bunlar program başına paralar... Yani ayda 10-13 bin TL civarında ücret alıyorlar TRT'den her biri... Rating almayan, izlenmeyen, kuruma hiçbir gelir getirmeyen programların parası ceplerimizden çıkıyor.
Para almıyorum diyen Ekrem Dumanlı'ya bile 1500 TL civarında bir ücret ödeniyormuş her hafta...
Bir başka 'Para almıyorum' diyen gazeteci Mehmet Barlas'a da 1300 TL...
Bakalım, Sevgili Yandaşlar bu rakamlara ne diyecek.