1982 yılına ait vesayetçi YSK yasalarının, 2011 yılında bile hortlatılıp halkın seçtiği milletvekillerini nasıl Meclis dışına attığını ürkerek izliyoruz.
Devletin geleneksel refleksinin Kürt siyasetinin Meclis'e giden yolunu kesme girişimleri hala sürüyor ve12 Haziran'daki yüzde 50'lik demokrasi zaferinden sonra iktidarın bu hak gasplarına karşı sessizliği ve 'yasallığına' ilişkin açıklamaları daha da ürkütücü geliyor.
Çünkü 'görünürde' yasa, 'özde' ise otoriter rejim enstrümanı bu yasaların işletilmesiyle hak ihlallerinin adresi sonunda sokaklardan Meclis'e taşınmış oldu.
Seçmenlerin ehil ve irade sahibi olduklarını inkar ederek adil temsil hakkını çiğnemek ve vekilliklerine yine statüko tarafından 'el koymak' vesayetçi sistem değil de peki ne? Hele Kürt seçmenine bir kez daha temsil edilmeme travması yaşatılırken 'sükunet' tavsiyesiyle kim teskin edilecek...
Baştan aşağı yasakçı-otoriter seçim sisteminin bütün yasal polisiye engellerinin sonuna kadar işletildiği 12 Haziran seçimlerinde halkoyuyla seçilmiş tutuklu milletvekilleri eğer Meclis'e giremezse siyasi tarihimizin meşruiyeti en zayıf Meclis'i işbaşı yapacak.
Bu meşruiyet kaybının yükümlüsü, yasaları uyguladığı için YSK değil bu kararları 'hukukun' gereği diye kabul eden iktidar olacaktır. Öncelikle Meclis'te Kürt seçmenin siyasi temsilini sağlamak için olağanüstü gayret göstererek çalışan BDP ve BDP'yi destekleyen adaylardan seçilen 36 milletvekiliyle Meclis'te temsili 2.5 milyon Kürt seçmenin siyasi hakkıdır.
Hatip Dicle ve KCK'dan tutuklu 5 BDP'li milletvekilliğini düşürmek seçim barajı yüzünden seçimlere siyasi parti olarak giremeyen, isme oy veren ve yedek adayları olmayan Güneydoğu halkına 'sizi ve oylarınızı' yok sayıyorum demektir.
Devletin yetkilileri İmralı'yla görüşüp müzakere ederken 'terör örgütü üyesi' diye halkın seçtiği siyaset yapacak 'düşünce suçuyla yargılanan' vekillerin vekilliğini düşürmek istenirse devletin gerekçeleri tabii ki çok sayıda ve çok yasal olacaktır...
Darbe dönemi yasalarla sadece siyasi örgütlenme ve siyaset yapma yeteneği elinden alınmış apolitik toplum inşa edilmedi 'özgürlük ihlalleri' sağlayan kulpuna uygun yasalar da bugüne dek saklandı. Şimdi siyasi kültürümüzde canlı bir damar olarak kitleselleşen, etkin seçmen tabanı kazanan Kürt siyasi hareketinin taşıdığı rüzgarın Meclis'e girmesi istenmiyor olabilir.
Çünkü 12 Eylül öncesi siyasi toplum örgütlenmesini hatırlatan siyasi refleksleri güçlü ve henüz piyasa toplumuna dönüşmemiş seçmen kitlesinin temsilcilerini Meclis'e almakla siyasetin egemen/klişe kodları yıkılabilir endişesi de mümkündür...
Hatip Dicle'nin vekilliğinin düşürülerek yerine iktidar partisinin 6. sıradaki adayının telaşla milletvekili yapılması, YSK yasalarına uygun ama Dicle'ye oy vermiş 80 bin seçmene karşı ağır bir ayıptır. Zira Diyarbakır'da BDP'nin bağımsız adayları seçilebilmek için aday başına 79 bin 796 oy almak zorundayken iktidar partisi milletvekilleri ortalama 49 bin oyla Meclis'e seçilmişti...
Evrensel insan haklarının esasını teşkil eden vazgeçilemez 'siyasi temsil hakkı' eğer hukuken kurumsallaşmışsa o rejimin adı demokrasidir.
Yoksa sandık demokrasisinin sayısal çoğunluğunu 12 Eylül'ün adaletsiz yasalarıyla 'milletvekilliği artışına' çevirerek yargıya saygı diye geçiştirmek değildir!
Demokrasi içinde bulunduğumuz sürecin önündeki hukuk dışı tıkanıklıkları aşma kabiliyetiyle varacağımız yerdir ve iktidar erki için tarihsel bir demokrasi sınavı olacaktır...