Yeni 'terörle mücadele dönemi', ucu açık bir tarih olarak akmaya başlarken neoliberal devletin bir üst evresi 'polis devletine' doğru da evrilmiş olacağız.
Geçmişin denenmemişi kalmamış bütün terörle mücadele yöntemleri bir defa daha modernize edilmiş ve zırhlı silahlarla donatılmış polis gücüyle tecrübe edilecek.
Dünya tarihinin şiddetin etki ve tepki sarmalından çıkaramadığı bir toplumsal barış şimdiden bizim için de büyük ütopya gibi görünüyor
Otuz yıllık çatışma tarihimizden günlük hayatın içine sızan 'şiddetin bütün formlarını' kanıksayan zihnimiz artık savaş eskizlerinin dışında bir bakışa sahip değil.
Acizliğimiz ise gidecek yeri kalmamış, bu savaşı diriltecek bir oğul, bir baba, bir eş ve bir kardeşle dolacak boş tabutları şimdiden gözümüzün önüne getirememek...
Yani üstleneceğimiz rol yine 'acı acı savaşın insani bedellerini seyretmek'...
Ölümlerden boşalan kadrolara 'otuz yıllık şiddetin üretim bandından' gelen sıradaki gencin geçerek ve onun ölümünün marazi seyirciliği yapmaktan bezmiyoruz...
Ve savaşın haletiruhiyesiyle coşup taşanlar, savaşı aklileştirenler 'tek bir an' bile bir süre sonra ölecek insanların bugün yaşadıklarını akıl edemiyorlar.
Ne silahların gölgesinde 'sivilliğin' ne de silahla kazanılmış 'ahlaki bir zaferin' mümkün olabileceğini bilmiyorlar mı?
Ekranlarda ağlayan küçük oğlanın bu dünyada asla dinmeyecek öksüzlüğü ya da oğulsuz 'anayla' aramıza koyduğumuz yalıtılmış ruhsal mesafeyi de aşamıyoruz.
Ve vicdan yorgunluğuyla söylersek 'ölümün' asıl onlar için cenaze töreninden sonra başladığını da muhtemelen hissetmiyoruz.
Çünkü bizler 'akan kan' söyleminin sığlığına takılıp, 'hayatı sadece egomuz adına kutsayıp' devam edeceğiz.
Geniş şehitlikler, büyük zindanlar, yeri bilinmeyen kemikleri karışmış toplu mezarların arasında sorgulamadan 'olağan' biçimde yaşamayı öğreneli uzun zaman oldu...
Çukurca'da mayın patlamasında binbaşı oğlunu kaybeden baba İsmail Başayar 'kimsenin çocuğu ölmesin artık bir araya gelin siyaset çözsün bu meseleyi' derken Başayar'ın bilgece seslenişi şiddetin sömürgesi olmuş ülkede kime değiyor...
Şiddet rantının iri rakamları karşılıklı birbirini var ederek katlanırken kapitalist gidişatın ezdiği insanlara yekten muhalefet alanı da 'terör/güvenlik' gerekçesiyle kapatılıyor...
Türk-Kürt diye ayrışarak erimiyor sosyal dokumuz 'tutmadığımız yaslar', 'yabancılaştığımız ölüm' ve sinik hissiyatımızla iç içe geçmiş yoksulluğun çocuklarının birbirleriyle çatışmasına ses etmeyerek uzaklaşıyoruz toplumsallığımızdan...
Onların atalarının birlikte yaşadığı ve yattığı toprakların üzerinde otuz yıldır birbirlerini kırdırmanın modern militer kavramlarına 2011 yılında yine çok itibar ediyoruz...
Aynı zamanda küreselleşmenin bütün arazlarını abartarak adapte eden Türkiye küresel lümpenleşmeye doğrudan müdahil oluyor.
Ve lümpenliğin 'meydan okuyucu' 'arkadan vurucu' 'düşmanlık biriktiren' tezahürleri silahlı şiddetten vazgeçemeyenlerin dillerinden eksik olmuyor...
Öte yandan sivil toplumun 'sivil duruşu' silahların yanında hizalanmakla kalmıyor, şiddeti meşrulaştırmak ve gerekçelendirme de onlara düşüyor.
Hep beraber cehennemi zamanların kapısını aralıyoruz...