23 Ekim'deki Van depreminin geçen haftaki 5.6'lık artçı sarsıntısını bile 'ikinci deprem felaketi' gibi yaşayan Türkiye, 'lütfeden' devletle de burun buruna geldi...
Sosyal devlet vasıflarını yitirmiş ama otoriter cüssesini geliştiren devletin, vatandaşın yaşam hakkını korumak sorumluluğuna ne kadar 'yabancılaştığı' da gün gibi ortaya çıktı.
Elbette 5.6 şiddetindeki artçı sarsıntıyla 40 kişinin ölümüne yol açan insan etkinliği 'felaket', aslında devletin hasarlı binayla hasarsız binayı ayırt edemeyen kamusal denetim ve sorumluluk zaafıydı.
Halkını vatandaşlık statüsünden torba yardım yapılan yoksul güruhlara indirgeyen ve sosyal devlet reflekslerini unutmuş zihniyet, Van'daki 'ikinci depremi' yani büyük ihmali medya yardımıyla falan geçiştiremezdi.
Devletin bakan ve valilerinin beyanatları 'devlet güvenilirliği ve ciddiyetinin' en üst temsiliydi ve 'öyle demedim', 'sözlerimi çarpıttılar' diye geçiştirilecek bir sürçme durumu yoktu, 40 tane insanın ölümü vardı.
Hasarlı binalara girmeyerek hayatlarını kurtaran halkın tavrını 'psikolojik bir sorun' diye değerlendirenler, şimdi 40 kişinin ölümünde 'ihmali' olan kamu sorumlularını ve psikolojilerini soruşturmalıydı.
Mesela Çevre ve Şehircilik Bakanı'nın 29 Ekim'de sarf ettiği 'Bugün itibariyle deprem açısından en güvenilir il Van ve Erciş'tir, evlere girebilirsiniz' sözleri kolay unutulmayacak sözlerdi, bakan bu sözlerinin dayanağını kamuoyuna açıklamakla mükellefti.
Ayrıca bütün hak arayışlarını suçlaştıran devlet, şimdi de kar altındaki depremzedeleri, 21 gündür giderilmeyen ihtiyaçlarını dillendirdikçe 'provokatörlükle' suçluyor.
Eksi 10 derecede halkın üzerine panzerden soğuk su sıkılırken bölgeyi korumalarıyla dolaşan bakanların dağıttığı afra ve tafranın biraz ötesinde ağır hasarlı okul ve hastaneler 'liberal devleti' değil 'kamusal alanın' nasıl çürütüldüğünü gösteriyordu...
Hala çadır alamamış ailelerin naylon barınaklarda çocukları zatürreeden, enfeksiyondan kırılıp, 7 yaşındaki Deniz Ongun gibi hayatını kaybederken deprem travmasının yerine devletin travması yerleşiyordu.
Ya da 'Vali istifa' diye bağıran tahammülleri kalmayan, tükenen Vanlılara karşı cop kaldırılıp bibergazı kullanımı esnasında, kar yağışı altında Bayram Oteli'nde süren arama kurtarma çalışması yapanların gazdan etkilenip çalışmalara ara veriliyordu. Bizler de 'kamu yararını' sosyal devlet göçüğünden çıkaramıyorduk, çok derine gömmüştük.
Önümüzdeki günlerde vatandaşın hak taleplerine 'yabancılaşmış' devlet, İstanbul'un çadır kentlerini işgal edip zenginleşmiş müteahhitlerle birlikte Türkiye'yi depreme dayanıklı marka konutlarla dolduracaklar!
Onun için Van'da 'her yer çadır her yer erzak'la dolu olmasına rağmen, kötü niyetli provokatör/protestocular depreme dayanıklı ama insanına dayanıksız Türkiye'nin inşasına şimdiden 'kasıt' ediyorlardı!