Dün, 'Kovid ve Rusya dünyayı değiştiriyor' başlıklı yazımı, "Kuralları, yine koyanlar değiştirirse bunun dünyanın kalanına bir yararı olmayacak. Kuralların değiştiği süreçte rol alabilen bir Türkiye'ye ihtiyacımız var" dedikten sonra, dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün, 16 Nisan 1964'te "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini bulur" sözünü hatırlatmış ve bugünün Türkiye'sinin, bize şunu söyleme özgüveni verdiğini yazmıştım:
"Yeni bir dünya kurulurken, Türkiye kurucular arasında olur."
İnönü o sözü neden söylemişti?
Bugün neden bu özgüvene sahibiz?
İnönü, o sözü Kıbrıs'ta Yunan-Rum çeteleşmesinin Türkleri Ada'dan sürmeye yönelik katliamlarına göz yuman ABD ve NATO müttefiklerine 'rest' olarak söylemişti.
Zira İnönü, 13 Mart 1964'te, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'a bir mektup göndererek 'saldırılar devam ederse Türklerin haklarını koruruz' demiş, ancak buna İngiltere ve ABD'den destek gelmemesi üzerine TBMM'den 16 Mart 1964'te "Kıbrıs'a müdahale yetkisi" almıştı.
Ancak bu rest işe yaramadı.
Hükümetin 2 Haziran 1964'te 'harekat' kararı alması üzerine dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson, 5 Haziran 1964 tarihli ünlü 'Johnson mektubu' ile "Kıbrıs'a müdahale ederseniz sonuçları olur, ayrıca Sovyetler müdahale eder, NATO da sizi korumaz" tehdidini savurdu.
Yaygın bir yanlış olarak İnönü'nün sözü 'mektuba yanıt' sanılır. Oysa mektup, o röportajın Milliyet'e manşet olmasından 1,5 ay sonra gelmiş, İnönü'nün mektuba tepkisi, "bu saldırıları durdurmak elinizdedir" cevabını vermek ve 21 Haziran 1964'te Johnson'ın gönderdiği başkanlık uçağı ile Washington'a giderek Johnson'la görüşmek ve harekattan vazgeçmek oldu.
Not etmekte yarar var; bu ziyarette dönemin 'Türk hariciyesi'nin seyahat organizasyonundan İngilizce çevirilere, randevulara, basını bilgilendirmeye kadar yaptıkları ve yapmadıkları da, dönemin gazetelerinde 'skandallar dizisi' olarak yayınlandı; "Türkiye Başbakanı'nın düşürüldüğü durum"dan söz edildi.
İnönü hükümeti, bu ziyaretten 8 ay kadar sonra bütçenin reddi ile düşürüldü.
Yerine, Suat Hayri Ürgüplü başbakanlığında 4 partili koalisyon hükümeti, Suat Hayri Ürgüplü hükümeti kuruldu.
İnönü'nün, o günlerde "Amerika'nın önderliğine inanıyordum, şimdi bunun cezasını çekiyorum" sözlerini bir iki makalede okudum.
ABD İngiltere korumasındaki Yunan-Rum çeteciliği, Kıbrıs Türklerine 10 yıl daha eziyet etti.
Barış Harekatı ancak Ecevit-Erbakan hükümeti tarafından 20 Temmuz 1974'te yapılabildi.
Ve arkasından ABD ambargoları geldi. Doğrusu, ABD, haşhaş ekimi yasağına uymadığı için 1 Temmuz'da koyduğu ambargoyu silah ambargosu ile genişletti.
Geçtiğimiz 10 yılı gözünüzün önünden geçirin.
ABD, Suriye'de kırmızı çizgiler ilan etti, 'müdahale' tehdidinde bulundu.
Şam rejimi bütün kırmızı çizgileri çiğnedi, ABD ne müdahale etti ne ettirdi.
Kesin bir bilgi vereyim, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, bir gece yarısı "Hazırlıklar tamam, ortak müdahaleye hazırız" mesajı gönderdiği ABD Başkanı Obama'dan "Kongre'den onay alamam" cevabını aldı.
Daha DEAŞ terörü ortaya çıkmamıştı.
İnönü gibi, o da ABD'nin liderliğine güveniyordu, yanıldı.
Türkiye de, göçü durdurmak için Suriye'nin kuzeyinde 'güvenli bölge' oluşturulmasını istedi.
'Muhalifleri eğitip donatalım' dedi.
Hiçbirine ABD ve diğer müttefiklerden destek bulamadı.
O süreçte DEAŞ tehdidi büyüdü, Türkiye'ye yöneldi.
DEAŞ'a PKK/YPG terörü eklendi.
Rejimin başlattığı göçü, iki terör örgütü daha da büyüttü.
ABD ise Suriyeli muhalifler yerine terör örgütünü eğitip donattı, Türkiye'ye destek vermek yerine teröristlere destek verdi.
Aynı anda Türkiye'ye karşı içeride, elebaşı ABD'de yaşayan FETÖ terör örgütü destekli üç operasyon (MİT, 17 ve 25 Aralık kumpasları) ve bir darbe girişimi (15 Temmuz) yapıldı.
Hükümete karşı yine ABD destekli Gezi olayları çıkarıldı.
Türkiye'nin güneydoğusunu Suriye'ye çevirmek üzere PKK tarafından çukur terörü başlatıldı.
Türkiye bunların tamamını bastırdı, üzerine Suriye'ye üç askeri harekat yaparak güvenli bölgeler oluşturdu.
Bütün bunları, başta ABD olmak üzere İngiltere ve Almanya gibi 'müttefikleri'nin tepkileri, tehditleri, kara propagandaları, ambargolarına rağmen yaptı.
Ve -kritik olan- müttefiklerinden alamadığı desteği ve hava savunma sistemlerini Rusya'dan almak zorunda kaldı.
'Yaparız' dediği, güvenli bölge harekatlarını yaptı, 'alırız' dediği S-400'leri aldı.
Yine ABD Başkanı'ndan 'tehdit mektubu' geldi.
56 yıl öncesinden tek farkı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, mektubu elden iade etti!
Arkasından yine ABD yaptırımları geldi!
Bugünün farkı, Türkiye hâlâ güvenli bölgeleri tutuyor, Suriyeliler için evler yapıyor, dönüşlerini sağlıyor.
Türkiye, S-400'leri de elinde tutuyor, ikinci parti için hazırlık yapıyor.
56 yıl önceki ambargolar üzerine kurduğu Aselsan gibi kurumlarına yenilerini ekliyor, İHA, SİHA, savaş helikopteri, kısa orta ve uzun menzilli hava savunma sistemlerini üretiyor, savaş uçağını 5 yıl içinde uçurmaya hazırlanıyor.
İnönü'yü, Johnson mektubu karşısındaki durumundan dolayı kınamıyorum.
Zira, o günlerde 'savaşamayız' diyen bir orduyla karşı karşıya olduğuna dair ciddiye alınır bilgiler de var.
Üstelik ordu, henüz 4 yıl önce darbe yapmış ve başbakanı idam ettirmişti.
Ayrıca İngiltere ve Fransa'dan destek aramış, ancak bulamamıştı.
Zayıf bir koalisyon hükümeti vardı.
Hem başaramayacağı bir harekat hem ABD ambargosu hem NATO tarafından dışlanmak hem de Sovyetler tehdidiyle baş başa kalmakla karşı karşıyaydı.
Boyun eğmese ne olurdu?
Belki tarihimiz, talihimiz daha iyi yönde değişirdi.
Ama bunu bugünden sormak, o gün yapmaktan kolay.
Bugün daha farklı bir Türkiye var.
Daha farklı bir ordu.
Daha farklı bir istihbarat.
Daha farklı bir savunma sanayii.
Daha farklı bir dış politika.
Kovid ve savaşın etkilerine rağmen daha farklı bir ekonomi.
Ve bütün bunları yöneten daha farklı bir sivil liderlik.
İşte bu yüzden, yeni bir dünya kurulurken Türkiye'nin de kurucular arasında olması gerektiğini düşünmek için haklı sebeplerimiz var.
Avrupa'nın şikayet ettiği karar alamamak, liderlik yapamamak, ABD'ye mahkum olmak gibi sorunlarla yıllarca yüzleştik, bedeller ödedik.
Bugün kazandığımız özgüven, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinin eseridir.
ABD ve Avrupa'nın işine geldiği zaman Türkiye'yi överken 'ama Erdoğan kötü' demesi, bu liderliği zaafa uğratma çabasıdır.
Erdoğan'ın karşısında 'desteklerini açıkladıkları' muhalif 'lider'lerin yetkinlik ve karakterlerine bakınca, nasıl bir Türkiye istediklerini görebilirsiniz.
MİMLİ SÖZCÜK
İki lafından birinde şöyle söyleyenlere 'mim' koyun:
"İnönü ABD'ye 'yeni bir dünya kurulur' dedi, ambargo yedi, düşürüldü."
"Ecevit Kıbrıs'a barış harekatı yaptı, ambargo yedi, düşürüldü."
Bugün ABD politikalarına karşı Türkiye'nin çıkarlarını koruduğu için ambargo ve yaptırım uygulanan Erdoğan düşsün diye ABD ile ittifak yapıyorlar.