ABD, terör bahanesiyle el koyduğu Afganistan'ı 'terörist' dediği Taliban'a terk ederken, kendileriyle işbirliği yapan 50 binden fazla Afgan'ı aileleriyle birlikte ABD'ye götüreceğini açıkladı.
Ancak bu 'işbirlikçileri koruma' programının nasıl bir 'ahlaksız yöntem' olduğunu da ABD Dışişleri Bakanlığı'nın üst düzey bir yetkilisi açıkladı.
Reuters'e bilgi veren 'yetkili', bu kişilerin "Pakistan veya İran üzerinden Türkiye'ye göç ederlerse" onları alabileceklerini söyledi.
Türkiye'nin buna tepkisi çok yerinde. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, ABD'nin, "ABD tarafından fonlanan proje ve kuruluşlarda çalışan" Afganları göçe teşvik ettiğine dikkati çekti ve "Düzensiz göçü özendirecek böyle bir çağrı kabul edilemez. Türkiye kimsenin bekleme odası değildir" dedi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Tanju Bilgiç de, "ABD, bu kişileri ülkesine almak istiyorsa doğrudan uçaklarla ülkesine nakletmesi mümkün" dedi.
Diplomatik dilden arındıralım.
Bu "İşbirlikçilerini kendin al, götür" demek.
Daha önce Vietnam'dan, Irak'tan, Latin Amerika'dan ve bilmediğimiz daha birçok ülkeden götürdüğün gibi.
Altun'un açıklamasında altını çizdiğim bir ifade oldu.
ABD, bu kişileri "ABD'li görevlilere tercümanlık yapanlar" diye niteliyor.
Altun ise "ABD tarafından fonlanan proje ve kuruluşlarda çalışan kişiler" ifadesini kullandı.
Gayet anlaşılır...
Bu kin akla zarar veriyor
Türkiye'deki yangınlar üzerinden başlatılan 'Help Turkey' kampanyasına "içime sinmedi, paylaşmadım" diyen müzik dünyasının iki duayeni, yeni yetmelerin saldırısına uğradı.
Çocukluğumdan beri hayranlıkla dinlediğim Nilüfer, sosyal medyada paylaşılan Help Turkey etiketiyle ilgili olarak, "Türkiye'nin dünyaya karşı böylesine aciz durumda görünmesi benim milli duygularımı yaralıyor. Paylaşmayacağım" dedi.
Besteci ve söz yazarı Şehrazat da "Bu yardım çağrısı çok ağırıma gitti" diye ekledi, oyuncu Nilgün Belgün de onlara katıldı.
Sonradan, kampanyanın yurtdışından 'bot' denilen sahte hesaplar üzerinden yürütüldüğü ortaya çıktı.
Gece yarısı TT olan kampanya ertesi gün söndü...
Ama bu sanatçılar bu bilgiler ortaya çıkmadan durumu hissetti.
'Feraset' denilen şey bu zaten.
Sadece 'uluslararası yardım lazımsa devlet istemeli' dediler, o kadar.
Ama kendini 'aydın, demokrat, sanatsever' diye tanıtan çevrelerden öyle bir linç yediler ki.
Sosyal medyadan müzik paylaşımı yaparak 'sanata destek veren' iki hesap, sanatçılara ambargo koyduğunu 'marifet' gibi duyurdu.
Bir dizi oyuncusu "Hayvanlar, doğa perişan, onur için yaşamak ne alaka" diyebildi.
Şehrazat'tan "Siz ne anlarsınız vatanın onurunu korumaktan. Siz kim bana bunu yazmak kim?" cevabını aldı.
Bir başkası -ki severek izlerim- belli ki mesajları okumadan tepki verdi, "Bütün ülkeler felaket zamanlarında diğer ülkelerden yardım isterler. Yanan canları izlemek gitsin zorunuza" dedi.
E zaten Nilüfer de yardım istenecekse bunu ülkenin istemesini savunmuştu.
Nilüfer, birçok takipçisine kendini izah etmeye çalıştı, sonra paylaşımını kaldırmak zorunda kaldı; üstüne İyi Partili belediye başkan adayı bir başka dizi oyuncusunun evinin bahçesinden çektiği 'yangınla mücadele edenleri yok sayan' videosunu paylaştı!
Oysa -velev ki yapsınlar- bir 'hükümet yanlısı paylaşım' yapmamışlardı.
Aksine söndürülen yangınları değil 'henüz söndürülmemiş' olanlar için tepki de gösterdiler.
Ayrıca, devletin başkanı da onlarca ülkeye yardımları için teşekkür etti; yani devlet ihtiyaç duymuş ve başka ülkeler yardıma gelmişti.
Mesele 'yardım' değildi.
Ama bir başka 'meselemiz' bulunduğunu ve bunun daha 'vahim' bir durum olduğunu gösterdi bu durum.
Linç bu kadar açık ve arsızca yapılabiliyor...
Ne sanat ne sanatçı ne de hatır-gönül tanıyor...
İçgüdüsel öfkeyle saldırıyor.
Ve maalesef sonuç alıyor.
Bu bir 'kültürel iktidar' değil.
Bu 'iktidar' gücünü kültürden almıyor.
Kin ve kibirden alıyor...
Etimoloji/Kelime kökeni
Feraset: Arapça 'frs/firasa' kökünden 'görüş veya kavrayışta keskin olma', Aramice (praşa) 'ayırt edebilme' kökünden gelir.
İnsanın kavrama ve ayırt edebilme yetisini ifade eder.