Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça, bugüne kadar her önemli siyasi dönemeçte siyaset dışı projelere bel bağlayanlar ‘eski Türkiye’den devraldıkları o karanlık mirası yeniden ihya etmeye çalışıyorlar.
Bütün ayarları CHP'ye göre yapılmış olan eski Türkiye medyasının bütün kalemleri hiç değişmemiş, 12 yıldır her seçimde, her referandumda AK Parti ile ilgili aynı kriz senaryolarını yazdılar. Her seferinde milletin oylarının hiçbir önemi yokmuş gibi davranarak ve de kaybedeceklerini bile bile kafalarına göre iktidarlar planladılar, sanal rüyalar gördüler. Hiçbir öngörüleri tutmadı, hep kaybedene oynadılar ve sonunda hep birlikte kaybettiler.
BU YAZIYI SPİKERDEN DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
Gerçek anlamda hiçbir demokrasi muhayyilesine sahip olmayan, özgürlük ve insan hakları algısı Türkiye karşıtı birkaç Neocon meczubun hazırladığı raporlardan ibaret olan bu örümcek kafalı gazeteci tayfası şimdilerde "Gül-Erdoğan arasında kriz çıksa ne iyi olur" beklentisiyle kendi kendilerine gaz veriyorlar.
Doğrusu çok merak ediyorum, bütün analizleri, öngörüleri her seçim sonrasında iflas eden bu gazeteci tayfası acaba kendisini nasıl hissediyor?
Sadece anlamaya çalışıyorum, yenilmişlik psikolojisi elbette kötü bir durum. Hele seçim öncesi, "Tayyip Erdoğan'ın işi bitti, 30 Mart'tan sonra kaçacak" mealinde yazılar yazıp 31 Mart sabahı rüyadan uyandığında kendini dayak yemiş gibi hissetmek doğrusu bir gazeteci ve yazar için izahı zor bir durum. Gericilikte sınır tanımasalar da böylesine perişan hallere düşmüş olan yazarlara yine de şefkat gösterilmesi gerektiğine inanıyorum.
Anlayamadığım şu; neden bir gazeteci gerçek anlamda gazeteciliği değil de 'intikam mangası'nın bir elemanı olmayı tercih eder?
Oysa gazetecilik başlı başına saygın bir iş... 30 Mart öncesi sokaktaki insanın bile çok net bir şekilde gördüğü siyasi sonuçları eğer bir gazeteci göremiyorsa ya gerçekten ahmaktır ya da gazeteci değil militandır.
Ama ahmaklık parayla pulla değil ki... Bakın bu gerici medya tayfası, sanki 30 Mart seçimlerinde milletten hiç dayak yememiş gibi şimdi de yine aynı mankafalıkla Tayyip Erdoğan'la Abdullah Gül arasında nasıl kriz çıkarabiliriz diye kendilerini helak edercesine militan analizler yapmaya başladılar. Siz hiç akıllanmaz mısınız Allah aşkına?
Şöyle salim bir kafayla geriden bakın, siyasal bir gözlem yapın, AK Parti felsefesinin temelini oluşturan Erdoğan ve Gül'ün bu parti için ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışın.
Biliyorum sizin için AK Parti'yi var eden sosyolojik yapının, felsefi temellerin bir önemi yok. Çünkü size göre AK Parti'nin zarar görmeyeceğine işaret eden bir analiz gazetecilik değildir. Tayyip Erdoğan mutlaka zarar görmelidir...
Erdoğan’ın kaybetmesini anladık da sizin bu müflis halinizi neyle izah edeceğiz… Oysa Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamaları son derece net; “Şu bir gerçek ki ben bağımsız şekilde siyasete girmiş ve Cumhurbaşkanı olmuş bir insan değilim. Dolayısıyla muhakkak bunu arkadaşlarımızla konuşacağız, tartışacağız ve neticede hep birlikte karara varacağız, bunu da kendi aramızda halledeceğiz.”
Fotoğraf bu kadar net olduğu halde iğneyle fitne kuyusu kazmaya çalışan kalemlerin “Siyaset planım yok” sözlerini adeta paralelcilerin montajlama mantığıyla kesip yapıştırarak cumhurbaşkanı küstü mü, rest mi çekti falları açmaları, fitne hayalleri kurmaları olsa olsa herhalde örümcek kafalı bir gazetecilik anlayışının ürünü olabilir.
Bu arada, bu gerici kafa yapısının Başbakan Erdoğan’ın ”koşan, terleyen cumhurbaşkanı” tarifi üzerinden mevcut cumhurbaşkanının koşmadığı, terlemediği anlamını üretmeleri doğrusu tam bir ahmaklık şaheseri…