Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı’dan boşalan topraklarda kurulan devletlerin çoğunun anladığımız manada devlet olabildiklerini, halklarına güvenli ve müreffeh bir gelecek sunabildiklerini söylemek imkansız. Bunun için son yüzyıllık Ortadoğu tarihine bakmak yeterli. Ortadoğu’nun güçlü devleti sayılan Mısır’da dahi durum ortadadır. Bugünlerde DEAŞ’ın “yenilmesiyle” farklı bir sürece giren Suriye ve Irak’ta mezhep ve etnik çatışmaların daha da alevleneceğinden korkulan bir dizayn söz konusu. Filistin sorunu, İsrail’in Barzani’ye destek verme hamlesiyle geri plana itilmekte, daha da vahim bir hale gelmekte.
Doğrusu, bu ülkelerin kendi dinamikleri ve halklarının demokratik tercihleriyle ayağa kalkmaları, Batı’nın kolonyal günahının borcu olarak bu süreçte olumlu rol oynamaları olurdu. Ama kolonyal mantık ve eylem değişmediği için, bir yüzyıl önce kullanılan taktikler aynen tatbik edilmekte, yeni uydu devletler kurulmaya çalışılmakta, bunun için de terör örgütleri kullanılmaktadır.
Barzani yönetimi de oluşan bu durumun bir fırsat olduğunu düşünerek, kolonyal büyük güçlerden aldığı destekle referandum hamlesine girişmekte. Şerif Hüseyin de tüm Ortadoğu’da bir Arap devleti kuracağı vaadiyle bu hamleye girişmişti. Şu anda mirasçısı Ürdün olarak kalmış durumda. Vaat edilen topraklarda ise hegemon devletler şube açmış, terör örgütlerine destek verir haldeler.
Dolayısıyla, bölgede herkesin bir devleti olduğunu ama Kürtlerin bir devletten yoksun bırakıldıkları tezi, varolan devletlerin çoğunun bir devlet olmadıkları gerçeğiyle çökmekte. Öte yandan, 1789’un bayatlamış ürününü allayıp pullayıp satmak, AB gibi birleşik devletlerin bulunduğu ortamda anlamlı değil. Dinamikleri kontrol edemediğiniz noktada, size altın tepsi içinde bir devlet kurulacağı vaadi de oldukça şüpheli.
Bununla birlikte tarihin yeniden tekerrür edeceği konusundaki ikazların etkisiz kalacağını kabul etmek gerekir. Çünkü sağduyu, yine büyük devletlerin baskısı altında ezilmekte. Etnik asabiye ise, radikal akımlarla birlikte sağduyuyu ezen tehlikeli bir duygusallık yaratmakta. Tarihin bir daha böyle büyük bir fırsatı sunmayacağına dair tamahkarlık, büyük hataları bir fırsat olarak gösterebilmekte.
Anlaşılan Barzani de DEAŞ oyununun bitmesiyle, bu fırsatın geldiğini düşünerek bölgedeki komşularının, özellikle Türkiye’nin iyiniyetli eleştirilerini geri çeviriyor. ABD’nin Suriye ve Irak’ta komşusu haline geldiğini, ABD ve İsrail’den aldığı desteğin, uzun soluklu ve kanlı bir mücadelede kendisini bir noktaya taşıyabileceğini, en önemlisi de başka bir yolun olmadığını düşünüyor. Belki de böyle davranmaya mahkum hissediyor. Bu yazı yazıldıktan sonra veya siz bu yazıyı okurken belli olacak sonuç, tarihsel bir kırılmayı ifade edecek. Bir yüzyıl daha sürebilecek çatışmalar için gerekli cephane namluya sürülmüş olacak. Bundan tabii ki en çok etkilenecekler arasında Türkiye de var.
Suriye ve Irak meselelerinin Türkiye’nin bir iç güvenlik sorunu olduğunu görmemek imkansız. O yüzden, Türkiye hem kendisi hem de bölge halklarının iyiliği için çok dikkatli adımlar atmak zorunda. Bu öyle bir hamle ki, birçok etkisi hesaplanıyor olmalı. 2019 seçimleri ve Türk-Kürt gönül bağı hedefler arasında. Bu hamleyle etnik asabiye üzerinden yakınlaştırılmaya çalışılan Barzani ve PKK, şüphesiz Türkiye’nin ciddi bir sorunu olacak. Bir taşla bir sürü kuş vurmaya matuf ciddi bir riskle burun burunayız.
Sağduyuyu koruyabilmek, bölge ülkeleriyle bugüne kadar kurulamamış işbirliği ve güveni tesis etmek çok önemli. Türkiye büyük bir devlet ve herkes bunun farkında. Bu büyüklüğün sonuçlarını etkisizleştirebilmek adına, Türkiye’nin içine sürekli hamle yapıldığını da biliyoruz.
Referandum ile bu hamleler terörle birlikte artacak, farklı şekillere bürünecektir.