Sayın Cumhurbaşkanı Türkiye’de yerleşik olan, doğal ve doğru zannedilen birçok bakış açısını sorguluyor ve hatanın nerede olduğunu ifade ediyor.
Bizlere benimsetilen, bazılarının farkında olduğumuz bazılarının ise henüz olmadığımız birçok yanlış kanaate sahibiz.
Örnekler o kadar çok ve her biri o kadar önemli ki.
Ve bu yaptığı o kadar önemli ki!
Batı, yani ABD ve AB ile ilişkiler, işçiye ve işvererene bakış, BM’de tezahür eden dünya düzeni, tarihin bir bütün olarak kavranması, ekonomik düzene dair ezberler, eşitlik kavramı ve kadın hakları, laikliğin olması gereken evrensel tanımı, yerli ve milli kavramlarına yüklediği birleştirici ve çoğulcu anlam…
Sayın Erdoğan, bir mühendislik şeklinde değil, toplumu yakından gözleyerek, onun haklı talep, değer ve isyanlarını siyasi dile/icraata tercüme ederek bunu yapıyor. Dolayısıyla muazzam büyüklükte bir halk iradesi onun üzerinde yoğunlaşıyor.
Evet, kendisinin dediği gibi, o da bu güce dayanarak dünyaya meydan okuyabiliyor. Çünkü savunduğu görüşler bir kişi veya kliğe değil, ortalama sağduyuya dairdir.
Mesela “Balkan hezimetleri de tarihimizin bir parçasıdır” sözü, mesela işverenlere “İşçinin hakkını yemeyin, işverenleri de şeytanlaştırmayın” sözü, mesela “Eşitlik yerine eşdeğer kavramı daha doğru” sözü, mesela “Anayasaya İslam vurgusu eklemeye gerek var mı” sözü, AB’ye “İkiyüzlülüğe devam ederseniz herkes kendi yoluna” sözü, mesela “BM daimi üyelerinden bir tanesi İslam ülkesi değil” sözü…
Gerçekten de Kut’ul Amare’yi hatırlarken, Balkan hezimetinin unutursanız, bir uçtan bu kez öteki uca savrulmuş olursunuz. AB’ye girmek adına alelacele bir sürü kurum ihdas edemezsiniz, terörle mücadele ederken teröre destek veren ülkelerle önce bu temel meseleyi çözmeniz gerekir vd.
Cennete değil, AB’ye girmek istiyoruz. Ne yani, bizim kriterlerimiz olmayacak mı?
Sayın Erdoğan’ın bir diğer önemli özelliği ise, ezberleri bozarken, romantik bir ihyacılığa, gerçekten kopuk İttihatçıvari emperyal hayallere kapılmaması. Burası çok önemli.
Türkiye’yi şu an gerçekte olduğu boyutlarda değerlendirmek, kompleks ve hayallerden arınıp, olan gerçek potansiyeli en doğru şekilde değerlendirmek…
Bir cümleyle anlattım ama bunu uygulamak o kadar zor ki.
Evet, gerektiğinde “One minute” diyeceksin, bunu Gazzelinin hayatını düzeltmek adına yapacak, bunun için İsrail ile özgüvenle müzakereden kaçınmayacaksın.
Tehcir’de felakete uğramış Osmanlı Ermenilerinin torunlarına başsağlığı dileyecek ama Türkiye’yi, Türkleri topyekûn soykırımcı ilan etmeye çalışanlara da karşı çıkacaksın. Kürt/Kürtçe inkarını bitirecek, çözümü zorlayacak, ama PKK ve arkasındaki güçlere teslim olmayacaksın.
Siyasi dilencilikle siyasi hamaset arasında ince bir çizgide ilerlemek zordur.
Liderlik elitlere, AB’ye, kerameti kendinden menkul liberal yazarlara dayanılarak elde edilecek bir şey değil. Öyle yapanların sonunu gördük.
Zaten o yüzden, liderliğin meşruiyetini bu kesimlerde değil de, halkın kendisinde aradığı ve bulduğu için ona diktatörlük kampanyası açıldı.
Yedirmediniz, yedirmeyeceksiniz…