1
Bir önceki yazıyı, Afrin-Menbiç üzerinden Türkiye hakkındaki mülahazalarımızdan sonra ‘hikaye yazılımı’ndan bahisle bitirmiştik.
Bilinir ki hiçbir hikaye bir unsurdan oluşmaz, tek bir damardan beslenmez ve de hiçbir hikaye sadece kendisi olmadığı gibi tek bir olguya ve kişiye de indirgenemez.
Böyle olunca;
‘Türkiye hikayesi’ dediğimizde salt devleti, coğrafyayı, milleti kastetmiş olmayıp bu kavramların içinde yer alan bütün şeyleri de kastetmiş oluruz.
Yine bilinir ki, anlatılan ne kadar umumi olursa olsun anlatılanın daha iyi anlaşılması ve kavranabilmesi için ‘münhasır’ olana nispet edilir.
Bu bağlamda Türkiye’nin mevcut ya da muhayyel hikayesini anlatmanın en kestirme ve en makul yolu bu hikayeyi R. Tayyip Erdoğan’a nispetle anlatmaktır. Çünkü, artık R. Tayyip Erdoğan ile Türkiye,
Türkiye’nin hikayesi ile R. Tayyip Erdoğan’ın hikayesi örtüşmüştür, aynileşmiştir.
2
Hegel der ki; “nice büyük kader adamları aklın çatışmasına neden olmuşlardır. Yani bu büyük adamların kahramanca tavırlarının ardında onların (dahi) anlamaktan aciz ve gafil oldukları bir plan yürümektedir. Sezar ve Napolyon farkında olmadan Batı tarihinin genel gidişinin gerçekleşmesini etkileyen amiller olmuşlardır ve onların (hali) bireysel amaçla tarihin evrensel planının çatışma noktasıdır.”
Buradan hareketle;
Tarih kendi kuralları ve dinamikleri içinde devinip dururken ve akıp giderken;
1954 yılında İstanbul’un Kasımpaşa’sında R. Tayyip Erdoğan adında bir çocuk dünyaya gelir.
Erdoğan’ın doğduğu ve gelişmesine sahne olan Kasımpaşa, Anadolu’nun bir özeti ve minyatürü olmanın yanında, aynı zamanda Avrupa’nın bir minyatürü mesabesindeki Pera’ya da komşudur.
Erdoğan büyüyüp geliştikçe daha çok Kasımpaşalılaşırken, Pera’dan da haberdardır.
O, zaman içinde bir ‘abi’ olarak temayüz ederken sadece kendi mahallesinde oturmaz, bazen öteki mahalle(lere)ye giderek/geçerek racon kesmesini de becerebilecek yetkinliktedir. Sonra bir an gelir ki; Erdoğan’ın tabii yaşayışı ve amaçlarıyla, tarihin akışı karşılaşır, karışır ve tarihin biriktirdikleriyle oluşan zamanın ruhu Erdoğan’ın şahsında somutlaşır. ‘Yıldızların Parladığı Anlar’ kitabında Stefan Zweig de daha kitabın girişinde meseleyi şöyle izah eder; “Tarih, çoğu kez bir kronik hazırlayıcısı gibi titiz bir çalışmayla gerçek olayları halkalar gibi art arda ekleyip binlerce yılı saran dev bir zincir oluşturur. Her türlü heyecan ve gerilim için hazırlık dönemi, her gerçek olay içinde bir oluşum süreci gereklidir. Bu oluşum içinden bir dâhinin çıkabilmesi için milyonlarca insanın dünyaya gelmesi gerekli olmuş, gerçek bir tarihsel olayın, yani yıldızın parladığı anların oluşması içinde milyonlarca saat beklemek zorunda kalınmıştır.”
3
Bugün, ‘beşer’ kavramının oluşturduğu dairenin dışına çıkmadan (bu bazıları için çok kolay bir yoldur) Dünya-Türkiye-R. Tayyip Erdoğan denklemine bakıp, iyi okuduğumuzda;
Ne kadar tarihi bir dönüm noktasında olduğumuzu anlayabiliriz. Eğer bu ‘okuma’yı tarihe bırakırsak, kendimize yazık etmiş oluruz. Okumayla birlikte; ‘hepimizin hikayesini yazan adamın hikayesini’ doğru dürüst yazamazsak, bizim hikayemizde yarım kalacaktır. Türkiye’nin hikayesi akim kalacaktır.
Bu handikaptan kurtulabilmek için;
Kategorik taraftarlıktan ve karşıtlıktan kurtulabilen aklı selimlere ihtiyaç var, vesselam.