1
Orhan Miroğlu 5 Mayıs 2014 tarihli Star Gazetesi’ndeki yazısının bir yerinde “21. Yüzyıl Kürtlerin yılı olacak dediler, inandım, gaza geldim” diye yazmış. Miroğlu ‘gaza gelmeyi’ olumsuz bağlamda kullanmış belli ki.
2
Gaza gelmek genel anlamda olumsuz bir kavramdır doğru. Ancak benzer kavramlar gibi buna da farklı bir bakış geliştirebiliriz.
Gaza geliyor olabilmek bir bakıma insani tarafımızın hala teyakkuz halinde olduğunu göstermesi açısından önemli. Günümüzde giderek bizi daha çok baskılayan ve kuşatan ‘hayatın matematiği’ne tamamıyla teslim olmadığımızın göstergesidir ‘gaza gelebilmek’ gibi hasletlerimiz.
Hayat sadece ‘matematik’ değildir. Saçma gelse de, iki kere ikinin her zaman dört etmediğine inananlar sayesinde hayat her şeye rağmen yaşanabilir ve katlanılabilir olmaya devam ediyor.
Özellikle günümüz yönetici sınıfında (siyasi veya sivil) bir ön kabul olarak yerleşmeye başlayan ‘matematikleşme’ ‘rasyonalite’ birey ve farklı toplum katmanları olarak bize kendimizce yaşayabilmek için alanlar bırakmamakta. Böyle olduğu içindir ki bilumum mühendisler ve planlayıcılarla beraber ‘toplum mühendisliği’de itibarlı ve iddialı bir meslek konumuna yükselmekte. Bu nedenle değilmidir ki bu mühendisler, güçlerine ve çaplarına göre toplulukları, cemaatleri, ülkeleri ve giderek dünyayı gelecek planlamasının malzemesi olarak görebiliyorlar ve her biri çeşitli çapta ‘ilah’ olmaya yeltenebiliyorlar. Her kim ki bugün yaptıklarımızın tabi sonuçlarının şekillendirmesi dışında gelecek kurgusu ve planlamasıyla meşguldür, o tehlikeli bir mecraya dalmış demektir.
3
İyi ki biz millet olarak şanslıyız. Orhan Miroğlu örneğinde olduğu gibi bizim sadece yazarlarımız gaza gelmiyor. Son oniki-onüç yıldır ülkemizin ve coğrafyamızın kaderi konusunda birinci derecede rol oynayan Başbakan Erdoğan’ın da zaman zaman ‘gaza geldiği’ni, salt matematiğe teslim olmadığını, her insan gibi bazı olaylar ve gelişmeler karşısında sevindiğini, üzüldüğünü, öfkelendiğini görmek gerçekten bir nimet.
Bazı kesimlerin şikayetçi olduğu Erdoğan’ın üslubu bu açıdan bakıldığında bir sağlık işareti. Zaten bu özellikleri nedeniyle değilmidir halkın Erdoğan’a olan güveni. Halkın oniki yıldır Erdoğan’a olan desteğinin asıl nedeni O’nun global dünyanın ‘trend’lerine teslim olmaksızın, temsil bağını koparmadan yoluna devam etmesidir.
Sırf bu nedenle Erdoğan bir türlü dünya egemenlerinin ‘adamı’ olmayı beceremiyor.
Hüseyin Besli de Ömer Özbay’la birlikte yazdığı Erdoğan’ı anlatan ‘Bir Liderin Doğuşu’ kitabında Erdoğan’ı tanımlamak ve analiz etmek bağlamında ‘dili yüreğine çok yakın’ derken buna işaret etmekte.
Hepimizin malumu, Türkiye siyaseti açısından çok önemli bir noktada bulunmaktayız. Yaklaşık ikibuçuk ay sonra Türkiye ilk kez halkoyu ile Cumhurbaşkanını seçecek.
Bugünden yarına büyük bir gelişme olmaz ise görünen odur ki Recep Tayyip Erdoğan, halkoyu ile seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olacak.
Daha önce de belirttiğim gibi bu Erdoğan’ın yüzde yüz hakkı olduğu gibi Türkiye’nin de büyük bir kazanımı olacak.
Tayyip Erdoğan gibi karizmatik ve güçlü bir liderin, dünyanın lider sıkıntısı çektiği bir devirde, halkoyu ile cumhurbaşkanı seçilmesi sadece Türkiye’nin değil, tabi parçası olduğumuz coğrafyanın, bütün mazlum halkların ve köşeye sıkıştırılmış ülkelerin de kaderini olumlu yönde etkileyecek çapta önemli bir olay olacaktır.
Ancak bu gelişmelerin bir yerinde kekremsi bir tat var. Türkiye’ye sınıf atlatan, gerçek Türkiye’nin görünür hale gelebilmesi yolunda baskı ve vesayet unsurlarını bertaraf eden Ak Parti’de mucemsemleşmiş siyasi iradenin oluşmasında kuşkusuz Erdoğan’dan sonra en önemli isimlerin başında Abdullah Gül gelir. Abdullah Gül de Türkiye’nin yetiştirdiği değerlerden birisidir. Son tartışmaların bir yerinde ‘gelecek için siyasi planlarım yok’ derken Cumhurbaşkanlığı’ndan sonra aktif siyaset düşünmüyorum diyorsa bu açıklama bir kayıp haberidir.
Umarım önümüzdeki günlerde hep beraber yaşayacaklarımız ve göreceklerimiz sonucu öyle gelişmeler olur ki, Abdullah Gül de ‘gaza gelir’ ve aktif siyasetten kopmaz.