Yine yasaklı yılar, balık avcılığı devam ediyor.
Bir gece, gecenin bilmem hangi saatinde, karanlığın ortası, yırtılırcasına yakından bir alkış sesi geldi.
(Şu anda bir Ahmet Hamdi Tanpınar olmayı ne kadar isterdim. Çünkü az sonra anlatmaya çalışacaklarımı o anlatsaydı da Huzur’a bir bölüm olarak ekleseydi. Çünkü yaşanan gerçek anlamıyla bir şehriyar yaşantısıydı.)
Mesele şuymuş efendim.
Gece oldukça bereketli olacak ki sandalda bulunan dördümüzde (Ergün Kazdal, Hasan Taşçı, İbrahim Açıksöz, Hüseyin Besli) olta kullanıyoruz ve indi bindi durumundayız.
Durumdan oldukça keyiflenmiş olacağız ki; küreklerden, dolayısıyla kayığın nerede nasıl duracağından sorumlu olan Ergün kürekleri hep unutmuş. Yine gecenin bereketinden ve belki de yakamozların cümbüşünden Hasan ve İbrahim Abi ise kah beraber, kah birinin bıraktığı yerden ötekinin devam etmesi şeklinde şarkı söylemekte.
Bu arada belirtmem gerekir.
Söz konusu bu arkadaşlar yüksek ilk mektep mezunu ama bir çok konuda olduğu gibi sanat müziği konusunda da neredeyse üstat sınıfında sayılabilecek nitelikteler.
Şimdi gözünüzün önüne getirmeye çalışın.
Yer Çengelköy koyu, anlaşılan balık oraya sıkışmış olacak ki onlarca kayık orda. Her birinin iki tarafında lüxus (lamba), denize yakamoz yapması lazım balığın gelmesi için. Ve insanlar neredeyse sürekli bir şekilde olta salıyor ve balık çekiyor.
(Balık demişken; her biri en az 700-800 gramlık lüfer)
Hal böyleyken bizim sandalımız doğal akıntı ile beraber Yalıboyu’nda, yanlış hatırlamıyorsam adı Aydoğan olan büyük bir balık lokantasının önüne düşmüş.
İnsanlar sanki yemeyi içmeyi bırakmış bizi seyrediyorlar.
Bir ara, artık nedense, bizimkiler şarkı söylemeye ara verince koptu sözünü ettiğim alkış tufanı.
Valla, alkışlara karşı tuttuğumuz balıkları onlara verecek halimiz yoktu.
Gönülden bir teşekkürden sonra sandalı yeterince açığa çıkarıp devam ettik tabi ki…