(Ne kadar istesem, kendimi zorlasa da virüs ve salgın hakkında yazamadım/yazamıyorum. Bolca malzeme bulunmasına rağmen.
Ancak şu kadarını söyleyeyim; virüs ister doğal gelişmiş olsun, ister bir laboratuvar da üretilmiş olsun, insanlığın karşılaştığı ‘kader’ açısından hiçbir fark söz konusu değildir.)
Çınaraltında, her kadar İsmail Kazdal yaşından kinaye ‘şeyh çınardır’ dese de, şeyh (hadi ‘abi’ diyelim) oydu. Çünkü son sözü o söyler, raconu o keserdi.
İsmail Kazdal’ın tebliğ metodu ise kendi tabiri ile ‘şok metodu’ idi. Yani bir kişi veya konu hakkında en son söylenecek şeyi en baştan ve en radikal kelimelerle ve üslupla söylerdi.
Dolayısıyla, aynı üslup ve sertlikte olmasa da grubun bütün üyeleri de böyle davranırlardı.
Yine böyle günlerden bir gün olacak…
Masada Bahçe’nin arkasındaki caminin imamı Nurettin Bey’de vardı.
Nurettin Bey birden ayağa kalkarak “Eğer biraz daha oturur ve sizi dinlersem çarpılacağım diye korkmaya başladım…” dedi ve çekti gitti.
(Çınaraltı Camii demişken, şimdiki haliyle karıştırmayın. Yıllar boyunca her gelen bir müdahalede bulunmuş, sağına soluna bir şeyler eklemiş acayip bir şeydi. Şimdiki haline dönüştürmek için yapılan restorasyon için başta İsmet Yıldırım, Hilmi Türkmen, Tahir (Tahir, senin soyadın Akyürek miydi) ve diğer emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Not: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarım.