Terör, dağdan şehre indi. Doğu ve Güneydoğu illerimizi yaşanmaz hale getirme gayretinde. Neyse ki devletin kararlı mücadelesi ile terör her geçen gün kan kaybediyor. Fakat geçtiğimiz günlerde ‘Ayşe Öğretmen’ kılıklı bir teröristin plazaya indiğini de gördük. Bir şov programında sözde vicdani bir çağrıda bulunarak ‘çocuklar ölmesin’ dedi. Çocuk ölümlerinin faturasını devlete yıkmak isteyerek... Bu hadise, terör mihraklarının artık silah yanında böylesine yöntemler kullanmaya başladığını da gösteriyor ki, silahtan da tehlikeli...
Evet çocuklar ölmesin! Teröre kurban verilmesin. PKK ve ona yakın tüm terör yuvaları elini çocukların, gençlerin üzerinden çeksin. Son zamanlarda özellikle gençler üzerinde psikolojik bir harekât yürütülüyor. Etnik milliyetçilik pompalanarak, gençler yeri geliyor silahlandırılıyor, yeri geliyor TV programları üzerinden mobilize edilmeye çalışılıyor.
Gençler aman dikkat! Kalem tutmanız gereken eller silaha değiyorsa, bu intihar demek. Dünya küçük bir köye dönüşürken, Çinlisi, Korelisi, Almanı, İngilizi her gün ticari, akademik, sanatsal amaçlarla, türlü vesilelerle yakınlaşırken, geleceğinizi etnik bir kimlik savaşına kurban etmeyin. Silah tüccarlarının, uluslararası güçlerin menfaat hesaplarına hayatınızı teslim etmeyin.
Etnik kimlikler ve onun çevresinde yaratılan ulus kültürü tamamen ‘hayali’ kurgular. 19.yy.’da icat edilmiş geleneklere dayanıyor. Aslında halkların tarihi ulusal değil, iç içe geçmiş, karşılıklı ticari ve kültürel etkileşimlerle zenginleşmiş kozmopolitan süreçlerdir. Milliyetçi mitler bizi birbirimizden uzaklaştıran iddialar üretiyor. Birbirimize düşman ediyor. Oysa hem geçmiş, hem gelecek birbirinden ayırt edilmesi imkânsız melez bir dünyanın varlığını işaret ediyor bize.
Tarihten ulus-devletlerin şekillendiği 19.yy. parantezini çıkardığımızda, medeniyetin, farklılıkların birlikte yaşaması olduğunu net biçimde göreceğiz. Üzerinde yaşadığımız topraklar, kültür, din, dil açısından farklı gelenek ve göreneklerin, bütün farklılıklarına rağmen, ortak bir ekonomik, sosyal ve siyasal yapı içinde yaşayabildiği çok engin bir tecrübeye sahip. Evlenirken, komşuluk yaparken, acımızı, sevincimizi paylaşırken kimlik sormak bu coğrafya için yeni bir adet. Uluslararası güçler siyasi ve ekonomik menfaatleri için, etnik ve mezhepsel farklılıkları kılıf olarak kullanıyor. Ve faturasını da eline silah tutuşturduğu gençlere kesiyor.
Gençler, 19.yy. hegemonik güçlerinin böl-yönet politikasının mirası bu kimlik savaşından kendini şiddetle muhafaza etmeli. Parçası olduğu coğrafyanın hâkimi bir ülkenin vatandaşı olarak, kendi küllerinden yeniden doğmanın yollarını aramalı. Meşru siyaset için kendi kamuoyuna baskı yapmalı. Haklarını yasal zeminlerde aramalı.
Pusulasını, medeniyetin gerçek ölçüsü olan insanlık paydasına ayarlamalı ki, kendi hayatının sahibi olsun. Ülkesinin ve dünyanın geleceğinde söz sahibi olsun. Artık Şırnak’tan, Yüksekova’dan havalanan uçağa bindiğinde, üzerinde uçtuğu coğrafyanın dağlarına terör yuvası değil, medeniyet mirası olarak bakmalı. Gençler, PKK ve terör yanlısı tüm mihrakların avı olmaktan ancak bu yeni paradigma ile kurtulabilir.