Kiracısı oldukları evi boşalttıklarında arkalarında bol miktarda içki şişesi ve değişik tarihlerde yayımlanan onlarca Türk Solu Dergisi bıraktılar. Daire, pislikten içeri girilemeyecek durumdaydı.
Kadın Marksis’ti. Kelaynaklar misali nesli tükenen, günümüzde tek-tük kalan komünistlerden biriydi. Evde o kalıyor, daireyi kiralayan ünlü estetik cerrah da hafta sonlarında geliyordu. Cumartesi ve pazarları birlikte geçiriyorlardı.
İçeride bıraktıklarına bakılırsa bol bol içiyor, Cumhurbaşkanı’nı yerden yere vuran Türk Solu Dergisi’ni okuyor, elinde yağlı urganla poz verip “Erdoğan’ı asacağım” diyen Gökçe Fırat’ın yazdıklarıyla kendilerini tatmin ediyorlardı.
Sonra ünlü estetik cerrah başka bir kadın buldu. Mal sahibine “evi boşaltıyorum” dedi. Terk edilen Marksist kadın da adamın diplomalarını ve elbiselerini parçaladı, Türk Solu dergilerini sağa sola fırlattı. Yarım kalmış içki şişelerini bırakıp, evi terk etmek zorunda kaldı.
Şimdi de ikinci darbeyi yedi. FETÖ’nün medya yapılanmasıyla ilgili olarak hazırlanan iddianamede, o yere göğe sığdıramadığı, sözde ulusalcı Gökçe Fırat’ın aslında bir Gülen piyonu olduğu ortaya çıktı.
Belli ki Fetullah Gülen, “Memlekete Marksizm’e ihtiyacı olanlar varsa, onları da ben idare ederim” demiş, piyasaya Gökçe Fırat denilen bu adamı sürmüştü. Böylece, bir yandan cami cemaatini kullanıp istismar ederken, diğer taraftan “din afyondur” diyen komünistleri de elinin altında tutmaya çalışmıştı. Hatta Fırat’a “Ulusal Parti” adında bir siyasi yapı bile kurdurtmuştu.
Şimdi bir bir ortaya dökülüyor pislikleri…
***
FETÖ iddianameleri peş peşe okundukça, çok değişik bir terör örgütlenmesiyle karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz…
Fetullah Gülen, genel olarak dini referans alan bir örgütlenme kurmuş. Ancak, ne kadar ülke ve millet düşmanı varsa, onları da elinin altında toplamış. Şimdi daha iyi görülüyor ki, dini değerleri savunduğu görüntüsünü verirken, bu ülkenin bütün değerlerine savaş açmış, yıpratıp yok etmek istemiş.
Genel Yayın Yönetmeni Erkin Yurdakul’un ölümünden sonra Türk Solu Dergisi’ni ele geçirmiş. Oraya Gökçe Fırat’ı monte etmiş. Adama Karl Marks sakalı bıraktırmış. Onun aracılığıyla Kürt düşmanlığı yaparak, ülkede iş savaş kışkırtıcılığına soyunmuş. Erdoğan düşmanlığında farklı bir cephe daha açmış.
Alet etmiş herkesi düşmanca emellerine…
Hatırlarsınız, Cumhurbaşkanlığı için muhalefetin desteklediği Ekmelettin İhsanoğlu bile elinde Türk Solu Dergisi ile poz vermişti. O da FETÖ’nün oynadığı oyunda kullanılmak istenmişti.
???
Tipik bir Amerikan bakış açısı ve yaklaşımıyla karşı karşıyayız…
Komünist olmuş veya Faşistmiş; hatta terörist, mafya, darbeci, dindar, ateist ya da başka bir şey olması da hiç önemli değil. Önemli olan, CIA tarafından kullanılabilir olması ve ABD menfaatlerine hizmet edebilmesi!
Amerika hep böyle davranmadı mı? Dünya dengeleri üzerinde etkili olabilmek için herkesle işbirliği yapmadı mı?
Kim işine yarayacaksa onun sırtını sıvazladı. Kim ABD menfaatleri için cinayet işleyecekse ona silah verdi. Bakın, bugün bile Katar’ı “terör destekçiliği” ile suçlayıp, Arap ülkelerini kışkırtırken, teröristlerle birlikte hareket edebiliyor. Suriye’de kanlı bir terör yapılanması olan YPG’ye silah yardımı yapabiliyor. Bütün dünyanın gözü önünde onlarla iş tutabiliyor.
Güzel bir atasözü vardır, “Anasına bak kızını al” diye. Bunu biraz değiştirip FETÖ için kullanabiliriz. Rahatlıkla “Efendisi Amerika’ya bak, Fetullah Gülen hakkında hükmünü ver” diyebiliriz.
???
Bütün mesele nedir biliyor musunuz? Milli olmak ya da olmamak!
Adına “sol” ya da “sağ” adını vermeniz, hiçbir şeyi değiştirmez. Tencere-kapak misali, gayri milli yapılar yuvarlanıyor, sonuçta birbirini buluyor.
Geçmişte Zaman Gazetesi’nde yazı yazan isimlere bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. İçlerinde Ateisti de vardı, Marksist’i de. “Solcuyum” diyenle, kendisine “Müslüman” adını veren yan yanaydı. Hepsinin ortak özellikleri ise gayri milli olmalarıydı. Gözümüzün içine baka baka televizyon ekranlarından Amerika için “Anavatan” diyebiliyorlardı.
FETÖ gider, yerine bir başkası gelir, hiç fark etmez. Biz aynı sıkıntıları yaşayıp yine aynı tehlike ile karşı karşıya kalmak istemiyorsak eğer, öncelikle milli yapımızı güçlendirmek zorundayız!