1947 yılından beri Filistin'de sürekli Müslüman kanı dökülmekte, Müslümanlar zulüm görmekteler. Her geçen gün vatan topraklarını daha fazla kaybediyorlar ve vatan topraklarını kaybettikçe Filistinli Müslümanlar daha fazla özgürlüklerini yitiriyorlar. Her seferinde herkes sözleşmiş gibi "dünya nerede?" diye haykırıyor. İsrail, Yunanistan, GKRY ve Ermenistan gibi karakol devletler hariç hiçbir devlet dünya tarafından bir insan toplumuna altın tepside armağan edilmemiştir. Devletler mücadelelerle kazanılır. O yüzden dünya nerede? Dünya İsrail'i durdursun gibi söylemler son derece içi boş ve aldatıcıdır. Emperyalist güçlerin elinde araçsallaşmış küresel sistem ve aygıtları mazlumlara hayat hakkı tanımaz, bu hak mücadeleyle elde edilir. Burada önemli olan mücadelenin güçlü bir stratejiye dönüştürülebilmesidir.
Birleşmiş Milletler 2012 yılında Filistin'in devlet statüsünde olduğunu kabul etti ve BM'ye üye 193 devletten 138'i Filistin Devletini tanıdı ancak ABD vetosu nedeniyle Filistin'in BM'ye üye olması engellendi. Bugüne kadar geçen süre içerisinde İsrail, ABD ve Avrupa desteğiyle sürekli Filistin devletine saldırdı ve adım adım işgal alanlarını genişletti. Son bir haftadaki İsrail senaryosunun temelinde de bu işgalin genişletilmesi amaçlanmakta. Ancak bu sene farklı durumların da ortaya çıktığını belirtmek isterim. Öncelikle mücadelede İsrail'in kullandığı silah ve savaş araçlarına karşı Filistinli direnişçilerin kendilerini geliştirdikleri görülüyor. Rusya'dan, Suriye'den, İran'dan ve kaynağı belirsiz (!) birtakım yerlerden silah, araç ve gereçleri Filistin'e giderken, Filistinli Müslümanların da başta kısa menzilli füzeler ve mini silahlı dronlar olmak üzere bazı silah, araç ve gereçleri kedilerinin ürettiği anlaşılıyor. Bu sayede adeta efsaneymiş gibi dünyaya sunulan İsrail yapımı Demir Kubbe hava savunma sisteminin aslında kağıttan kubbe olduğu anlaşıldı. Filistinli direnişçilerin füzeleriyle İsrail hava savunma sistemi adeta delik deşik edildi. Bu durum İsrail üzerinde ciddi bir endişe oluşturdu çünkü Filistinlilerin elinde en az 20 bin adet değişik çap ve menzilde füze bulunduğu tahmin ediliyor. Diğer bir husus da yaklaşık bir buçuk milyon Arap kökenli İsrail vatandaşıyla Arap olmayan İsrail vatandaşları arasında gerginliklerin yaşanması nedeniyle İsrail'in iç savaş riskiyle karşı karşıya kalması. İsrail'de özellikle muhalefet partilerinden Netanyahu'ya yönelik eleştirilerin dozu her geçen gün artmakta. Olayların patlak vermesi ve krizin bu noktaya taşınmasında Netanyahu'nun koltuğunu korumak için oluşturulan provakasyonların arkasında olduğunu herkes biliyor. Bu da tabii ki Müslüman olsun veya olmasın dünyada aklı selim herkesin İsrail'e karşı tepkisinin artmasına sebep oluyor. Dolayısıyla Netanyahu hiç beklemediği ve giderek kontrolünden çıkmaya başlayan bir durumla karşı karşıya kalmış gibi görünüyor. İşte bütün bunlar İsrail'in başta Gazze olmak üzere Filistin'e kara harekatı düzenlemesini önleyen hususlar.
Bugüne kadar yaptığı bombalama ve saldırılarla istediği sonucu alamayan İsrail dünden beri Filistin'deki haberleşme merkezlerini, bankaları, tapu ve nüfus dairelerini, su ve diğer alt yapı tesislerini yok etmeye çalışıyor. Böylece Filistinlilerin direncini kırmayı amaçlıyor. Bir diğer amacı da özellikle Gazze'nin dışarıyla bağlantısını keserek Filistinlilere karşı daha acımasız şekilde zulüm yapmak. Avrupa Birliği ülkelerinin bizim bir şey yapacak gücümüz yok (!) çözümün adresi ABD şeklindeki açıklamaları, bundan sonra İsrail'in Filistin'de yapmak istediği insanlık dışı şeylere üstü örtük destek vermek anlamına gelmekte. Tabi ki daha da kötü olan İsrail'in Filistin'e yönelik niyetinden haberdar olmaları. Bu son derece ürkütücü. Şayet İsrail şu an kendisini durdurabilecek direniş unsurlarını aşarak daha geniş bir şiddet ve zulüm uygulamaya hazırlanıyorsa, bölgedeki dengeler sadece İsrail'le sınırlı kalmayabilir.
Maalesef bugün yaşananalar her yıl yaşananların tekrarı ve çözüm bulunamazsa aynı vahşet her yıl yaşanmaya devam edebilir. Bu nedenle çok yönlü mücadelenin uzun vadeli stratejiye dönüştürülmesi gerekir. İlk olarak İsrail'le Filistin yönetimi arasında ateşkes sağlandıktan sonra yeniden İsrail'in saldırıları beklenmemeli, uluslararası ortamda yakalanan ivme devam ettirilmelidir. Bugün yalnızca BM Güvenlik Konseyinden medet ummak sadece Kabullenilmiş Çaresizlik anlamına gelir, halbuki BM dışındaki uluslalar arası kuruluşlar harekete geçirilerek başta BM sözleşmesi 51.Maddede yazan Meşru Müdafaa Hakkı olmak üzere aynı sözleşmenin VII bölümdeki esaslara uygun olarak inisiyatif alabilirler. Bu konuda BM sözleşmesinin VIII. Bölüm'de gerekli düzenlemelerin yapılmış olduğu görülmektedir. 52.Maddeye göre;
"1. Uluslararası barış ve işbirliğinin korunmasına ilişkin olan işbu antlaşmanın hiçbir hükmü, bölgesel anlaşma ya da kuruluşların varlığına engel değildir; yeter ki bu anlaşma ve kuruluşlar ve bu kuruluşların çalışmaları Birleşmiş Milletlerin Amaç ve İlkeleri ile bağdaşır olsun.
3. Güvenlik Konseyi, yerel uyuşmazlıkların ya ilgili devletlerin girişimi üzerine ya da Güvenlik Konseyinin göndermesi yoluyla, bu tür bölgesel anlaşmalar ya da bölgesel kuruluşlar aracılığıyla (sorunların) barışçı yoldan çözülmesinin gelişmesini teşvik eder." şeklinde hükümler mevcuttur. Dolayısıyla uluslararası hukukun ana kaynaklarından biri olan BM Şartı, uluslararası sorunların çözümü için alternatifler de sunmaktadır. Uluslararası hukuku BM şartından ibaret görmek büyük bir hata olur. Başta İslam İş Birliği Teşkilatı olmak üzere BM dışındaki tüm uluslararası ve/veya yerel örgütlerin harekete geçerek Filistin Devletinin işgalinin önlenmesi için bölgeye Barış Gücü gönderilmesi yönünde gayretler birleştirilmeli ve müşterek çaba sarf edilmelidir. Tabii ki 2012 yılında Gözlemci Devlet Statüsü kazanmış olan Filistin yönetiminin de yardım talebinde bulunması süreci hızlandıracaktır. Bu konuda Türkiye'nin başlatmış olduğu girişim sahadaki silahlı mücadele kadar önemlidir. Çünkü sorunun asıl çözümü İsrail'e karşı uluslararası dengenin sağlanmasıdır.
2018 yılında Türkiye'nin girişimiyle Kudüs Tasarısının BM Genel Kurulunda 128'e karşı 9 oyla kabul edilmesi, İsrail'e karşı küresel ve siyasal kolektif hareketin başlatılmasına öncülük etmiştir. Şimdi aynı olayı Türkiye, Doğu Akdeniz'de sağladığı jeopolitik durum üstünlüğünü İsrail üzerinde baskı aracı olarak kullanmak suretiyle gerçekleştirmeye çalışmakta. Son 3 günde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 19 ülke lideriyle yaptığı görüşme, İsrail'e karşı küresel denge hareketinin sağlanmasında manivela etkisi oluşturabilir. Dolayısıyla ayrılığa düşmeden herkesin bu girişimlere destek vermesi Filistinli Müslümanların çektikleri acının dindirilmesi için en umut verici gelişme olacaktır. Böylece BM Güvenlik Konseyi Vetosu olmadan barışın sağlanması mümkün hale gelebilir.
Dr.D.Eray GÜÇLÜER
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi