Hayırlı olsun.
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı seçildi.
Sandık, 53 milyona yaklaşan seçmenin iradesini bütün açıklığıyla önümüze sermiş oldu.
Şimdi esas olan sandığa, sonuca, milli iradeye gereken saygıyı göstermek olmalıdır.
Ve hiç olmazsa bundan sonra bütün siyasî partiler, milli iradeye kulak tıkamadan, geleceği onun talepleri doğrultusunda birlikte biçimlendirme çalışmalarına samimi ve etkili bir paydaş olarak katılmak zorundadırlar.
Asla unutmamalıyız ki, bu sonuç aynı zamanda milli bir taleptir.
Milli iradenin, topyekûn bir milletin talebidir.
Eğer birileri, bundan sonra yine millete sırtını döner ve kulağını tıkamaya devam ederse, millet bir sonraki kendini ifade etme fırsatı eline geçer geçmez, bu kez çok daha şiddetli bir ders ile onları iyice sandığın dibine gömecektir.
O zaman seçim sonuçlarını çok doğru okumamız gerekiyor.
Öncelikle altını çizelim ki, bu kez sandıktan çıkan sıradan bir seçim sonucu değildir.
Bugün, milletimiz ve ülkemiz için yeni bir dönem başlıyor.
Yeni Türkiye'de herkes eşit şartlarda eşit muamele görmelidir.
Din, inanç, siyasi düşünce, ırk, cinsiyet ya da herhangi bir başka gerekçe hiçbir ayrımcılığa sebep olamamalıdır.
Bu ideali hayata nasıl taşıyacağız sorusuna, sandıktan çıkan sonuçların önem sırasıyla devam edelim.
İlk sonuç olarak çıkarmamız gereken, 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, halkın doğrudan oyuyla seçildiği için, elbette farklı bir başkan olacaktır.
Ve Yeni Türkiye, hızla bu adımı izleyen yeni adımlarla yönetim biçimini yeniden düzenlemek zorundadır.
Bunun olmazsa olmaz ilk şartı yeni bir anayasadır.
Haziran 2015'te yapılacak genel seçimlerin temel belirleyeni bu olacaktır.
Bu konuda siyasi partilerin önünde sadece iki yol var.
Ya bugüne kadar yapamadığınızı bu kez yapacak ve milletin karşısına ortaklaşa yapılmış bir anayasa çalışmasıyla çıkacaksınız.
Ya da milletin önüne kendi anayasa çalışmanızı koyacaksınız.
Ve elbette millet de buna göre tercihini ortaya koyacak.
Hemen atılması gereken adımlara gelince, elbette ilk adım AK Parti'den bekleniyor.
AK Parti, hemen bugün olağanüstü genel kurul takvimini başlatmak, mümkün olan en kısa sürede ve mutlaka 28 Ağustos 2014 tarihi öncesinde yeni genel başkanını seçmek zorundadır.
Bunun dışında takip edilecek bütün yol ve yöntemler ciddi tartışmaları beraberinde getirir ve demokratik teamüller açısından da son derece sıkıntılıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde AK Parti'ye geleceğini tartıştırmak ve bu yolla zayıf düşürmek için içeriden ve dışarıdan yapılan bütün tazyikler, Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan tarafından doğru ve etkili bir dil ve tavırla engellenmiştir.
Bir genel başkanın asli görevi ve sorumluluğu da budur.
Şimdi konuşulması, tartışılması ve yapılması gereken ise, AK Parti'nin bütün organları ile sadece bu gündeme teksif olarak ve cumhurbaşkanlığı görevinin devir teslimi öncesinde, partiyi geleceğe taşıyacak genel başkanını tartışmak, istişare etmek ve seçmek olmalıdır.
Bir kez daha altını kalın bir biçimde çizelim ki, ülkenin 12 yıldır bütün seçimlerini açık ara kazanmış en büyük partisinin genel başkanı olarak seçilmemiş bir isme hükümet kurma görevinin verilmesi, parti delegelerine de ilk genel kurulda bu ismi genel başkan seçmelisiniz direktifi verilmesi anlamına gelir ki, böylesi bir dolaylı direktif demokratik teamüller açısından son derece tartışmalı ve sakat bir tercih olur.
Kısacası, Yeni Türkiye, herhangi bir sebeple bir ara dönem hükümetine ya da ara dönem başbakanına mahkûm edilemez, edilmemelidir.
Demokrasinin kural ve teamülleri bellidir, uygulanmalıdır.
Gelelim "Çatı Adayı" ve ardındaki 14 siyasi parti ile Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli'ye.
Siyaset ile uzak yakın ilgisi olmayan son derece yanlış bir adım attılar ve bu yanlış hesap da sandıktan döndü.
Recep Tayyip Erdoğan gibi, Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli de aynı yol ve yöntem ile hemen olağanüstü genel kurulu toplayarak ya güven tazelemek ya da genel başkanlığa veda etmek zorundadırlar.
Demokrasiyi, insanlığın bugüne kadar bulabildiği en iyi yönetim biçimi olarak kabul ettiren teamüller bunu gerektiriyor.
Gerek iktidar, gerekse de muhalefet partileri için kaçınılmaz olan olağanüstü genel kurullarına dair çok daha ayrıntılı düşüncelerimiz ve hatta isimlendirmelerimiz ise, bir sonraki yazımızın konusu olsun.