İnsan gözünden kirlenirmiş.
Keşfinden bu yana kitleleri etkilemekte en güçlü silah oldu sinema.
Şair Nazım Hikmet, tesirleri atom bombasından daha uzun süren sinema sanatı için vakti zamanında neler demiş?
‘Bilhassa Amerikan ve İngiliz filmleri emperyalizmin sanat endüstrisi aracılığıyla sömürgeleştirme maksadına hizmet etmektedir.’
Hatta şair, İstanbul halkının bu filmlerle terbiye edilmesine içerlemektedir.
‘Elimden gelse bu filmleri bir casus gibi tevkif eder, kurşuna dizerdim.’
Nazım Hikmet’e göre Hollywood, tarih boyunca insan ruhunun ve kafasının doğurduğu birçok şaheserleri altüst eden, katleden bir gözboyacılar dünyası, bir acayip sahnedir.
Nazım Hikmet’in ‘sinemacı’ kişiliğini ve sinemaya dair anti-emperyalist görüşlerini ‘Türk Edebiyatı ve Sinema’ adlı yeni çıkan bir kitaptan okuyorum.
Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Cem Yılmaz Budan genç bir yazar ve araştırmacı. Yayınlanmış dört kitabı var.
Son kitabında edebiyatçı perspektifinden Türkiye’de edebiyat-sinema ilişkilerini ele alıyor. 1896-1950 yılları arasını kapsayan kitapta Ahmet Mithat Efendi’den, Refik Halit Karay’a, Necip Fazıl’dan Nazım Hikmet’e, Halide Edip Adıvar’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Kemal Tahir’den Tarık Buğra’ya kadar önemli edebiyatçılarımızın sinema ile ilişkileri ele alınıyor. Toplamda 30 edebiyatçıya yer veriliyor.
Kitabı orta yerinden okumaya başladığımda, sinemacı kimliği yeterince bilinmeyen Nazım Hikmet ile karşılaştım. Oysa ünlü şair, senarist, yönetmen ve teorisyen olarak sinemaya katkıda bulundu.
1937 tarihli ilk uzun metraj filmi mütareke döneminde belleğini yitiren bir delikanlının hikayesini anlattığı ‘Güneşe Doğru’dur.
‘Kanlı Nigar’, ‘İstanbul Senfonisi’, ‘Bursa Senfonisi’ gibi filmlere de imza atan Nazım Hikmet, yapımcıların kendisinden operet, melodram ve ‘kepaze’ sergüzeşt senaryoları istemesinden yakınmaktadır.
‘Halbuki şimdiye kadar bana yazdırdıkları senaryoların hiçbirinin altına bir milyon verseler imzamı koymam ve hatta bunları yazdığımı bile inkar ederim’ diyor.
Bu tür ‘basitlikleri’ kendisine yakıştıramayan şair, nitekim geçimini sağlayabilmek için bu türden filmlere Mümtaz Osman, Ercüment Er takma isimleriyle senaryolar yazmıştır.
Necip Fazıl gibi Nazım Hikmet de sinemanın öğretici, düşündürücü fonksiyonlar icra etmesinden yanadır.
Akademisyen Cem Yılmaz Budan’ın Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıkan ‘Türk Edebiyatı ve Sinema’ adlı inceleme kitabı sayesinde edebiyatçılarımızı yeniden hatırlamak, genellikle ‘hegomonik bir kültürel alan’ olarak gördükleri sinemayla ‘etkileşimlerini’ okumak keyifli bir serüven duygusu uyandırıyor.