13 Kasım 2020 Cuma 07:00 | Son Güncelleme:

Gelenler ve yerlilerin buz ile örülü duvarı

Gelenler ve yerlilerin buz ile örülü duvarı
- HALE KAPLAN

Jaklin Çelik: “Dünyanın büyük kısmı savaştan ve hastalıktan kırılıyor ve insanlar yerlerinden ediliyor. Gelinen yerdeki yerleşik olanlar ve gelenler arasındaki uyumsuzluk neticesinde buzdan bir duvar yükseliyor. O buzdan duvarın içine girmeye çalıştım.”

Jaklin Çelik’in İletişim Yayınları arasından çıkan yeni romanı, ışıklı şehrin loşta kalan tenhalarından kareleri birleştirip önümüze koyuyor. İsimlerin olmadığı bu romanın dili de eksik biraz. Çünkü mülteciler sözlerinin bir kısımını terk ettikleri yerde bırakıyor.

Yoksulluğun dili ile tanışıklığınız ne kadar eski? İşaret dili, hal dili hangi yönleriyle bu iletişimi güçlü kılıyor?

Romanda olayların geçtiği ve benim de doğduğumdan bu yana içinde yer aldığım Tarihi Yarımada kültürel açıdan zengin ama bir o kadar yoksul bir yer oldu her zaman. En azından benim tanıklığıma denk düşen geçmiş ve şimdiki zamanda hal böyle. Orada ve yoksulluğun hüküm sürdüğü her yerde insanların iletişim dili, içinde yer aldıkları atmosfere göre ifadesini buluyor. İnsanların beslendikleri yer ne kadar yokluksa dil de o kadar keskin ve belirgin çıkıyor ortaya.

Sözü eksik kılan nedir ya da?

Söz hep eksik. Çünkü bir yerden bir yere hareket halinde olduğu için insan hep yarım. Ve nasıl ki evini, toprağını, ağacını bırakıyorsa, sözlerin de bir kısmı kalıyor terk ettiği yerde. Varacağı yerde de yeni sözler edinmesi gerekiyor hem kendini ifade edebilmesi hem de diğerleriyle iletişim kurabilmesi için.

ŞEHİR BİZİ ÖĞÜTÜRKEN

Şehir büyük, ışıklı, hareketli, kaotik. Onun içinde açılan bu yarığın, göçmenlerin, berduşların, köpeklerin sığındığı bu yarığın sizi hangi yönüyle çağırdığını düşünüyorsunuz?

Zor zamanlardan geçiyoruz. Dünyanın büyük kısmı savaştan ve hastalıktan kırılıyor ve insanlar yerlerinden ediliyor. Gidenler ve kalanlar var. Bu durum hem terk edilen yer için hem de gelinen yer için geçerli. Gelinen yerdeki yerleşik olanlar ve gelenler arasındaki uyumsuzluk arasında buzdan bir duvar yükseliyor. Duygudaşlık yerini tedirgin gölgelere bırakıyor. Sarhoşların Perşembesi’nde o buzdan duvarın içine girmeye çalıştım. Ve her iki tarafı anlamaya, onları bulundukları yerde birbirlerine karşı bileyen duygular ne ise onları açımlamaya çalıştım. Şehirler bizim onları bulduğumuz gibi kalmıyor. Onlar dönüşürken sistem bizi de dönüştürüyor. Bahsettiğiniz yarık, şehrin bizi öğütürken düşürdüğü yer.

72 MİLLETİN BİRBİRİNE KÖR BİLENDİĞİ YER

Hamamcı, işkembeci, kör köpek, mülteciler, sur içi sokakları... Soruya başlarken dahi kokularını duyumsadım her birinin. Kokunun hafızaya etkisi kadar derin edebiyata etkisi diye düşündüm. Ne dersiniz? Tarihi Yarımada aldığı göçlerle, tabiri caizse yetmiş iki milletin birbirine kör bilendiği bir yer. Mahalleler gelen göçmenler tarafından paylaşılmış durumda. Örneğin Pakistanlılar, Afganlar, Türkmenler, Suriyeliler, Kafkasya ve Doğu Bloku’ndan gelenler çok belirgin olmayan sınırlarla yan yana duruyorlar. Tabii bir de yerliler var. Yani Türkiye halkları. Bu mahallelerde açılan her kapıdan içerde yaşayan insanların kokuları yayılır dışarı. Bu kadar kozmopolit bir yerde geçen olayları kaleme alıyorsanız mürekkebin o kokulardan beslenmesi de kaçınılmaz.

OKUR VE YAZARIN OYUN ALANI

Karakterlerinizin isimleri isim değil sıfat. Kimliksizlik ya da kimsesizliği mi işaret eder bu? Bu tercihinizin sebebi nedir?

Bu soruyla sık karşılaşıyorum. Daha önce yazdığım metinlerde zaman zaman isimsiz karakterler kullandığım olmuştu. Ama Sarhoşların Perşembesi’nde özellikle bu yöntemi kullanmayı tercih ettim. Kişileri yaptıkları işe, fiziki özelliklerine göre isimlendirmenin yanı sıra, onlara reva gördüğüm olaylar içinde birbirlerini algılayışlarına dair de ayrıca isimlendirdim. Böylelikle okura ve kendime bir oyun alanı yaratmış oldum sanırım.

İÇİMİZDEN VE BİRBİRİMİZDEN KOPUYORUZ

Kitabın sonlarına doğru tıbbın geliştirdiği bir ambalaj tanımı olarak kaliteden bahsediyorsunuz. Çok sevdim bunu nedir, ne olmalıdır aslında kaliteli yaşam?

Psikiyatri içinde bulunduğumuz çağın kurtarıcısı gibi algılanıyor. Bunun haklı gerekçeleri var; başta teknoloji olmak üzere insana dair, insanın yararına olduğu söylenen her türlü gelişme bizi hem içimizden hem de birbirimizden koparıyor. Örneğin tren yolculuğu insanın hem doğaya hem de kendi içine doğru yaptığı bir yolculuktur. Trenin ritmi ve çıkardığı ses sanki düşünceleri elekten geçirircesine zihnin çekmecelerine tasnif eder. Hızlı trenler yaşamlarımıza girdiğinden beridir bu büyü bozulmuş oldu. Dolayısıyla bir trenin içinde ne beynimizin ne de yaşamlarımızı kolaylaştırmak için bize sunulan araçların hızına yetişebilir olduk. Sistem bize üretimi tüketmenin hızına yetişmemiz için aynı hızda yaşamamızı dikte ediyor. Yeni gelişen tıp bilimi bize eşlik ediyor. Ve bizlere diyor ki ölürken tüm paranı bana bırak, karşılığında sana sunacağım kaliteli zamandan faydalan. Bahsedilen ambalaj bu.

Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı
Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı

Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı

Emeklilere indirimli bilet müjdesi!
Emeklilere indirimli bilet müjdesi!

Emeklilere indirimli bilet müjdesi!

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi
Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi