• $32,3746
  • 34,9687
  • 2325.52
  • 9089.07
11 Nisan 2014 Cuma 04:21 | Son Güncelleme:

Sükûtla konuşan yaz(g)ılar

Sükûtla konuşan yaz(g)ılar

Onu, yazarların ilk kitap heyecanına ortak olan ‘İlk-im’ yazılarıyla tanıyoruz. Şimdilerde aynı heyecanı yaşayan Merve Koçak Kurt’un bu heyecanına ortak olduk. Yazarla her bir öyküsüyle iç dünyamızın odalarında dolaşan ve bütünüyle de insanı tamamlayan öykülerini ve ilk öykü kitabı Ellerin Mavi Kelebek’i konuştuk.

Yusuf Çopur
copuryusuf@gmail.com

“İlk-im” köşenizde yazarların ilk heyecanını paylaştınız hep. Şimdi aynı heyecanı  siz yaşıyorsunuz. Neler hissediyorsunuz? 
Karışık duygular içindeyim: Heyecanlı, coşkulu ve ürkek… Karışık! Bir uçurumun kenarında… Hani uçup uçamayacağınızı ancak atlayınca bilebilirsiniz ya... İşte öyle bir şey! Allahtan mavi kelebeğin kanatları var, kelimeleri ve de… İlk kitap heyecanı hakikaten çok başka bir duyguymuş. Epeydir, ilk kitaplarını çıkaran yazar arkadaşların o tatlı heyecanına tanıklık ediyorum. Elimden geldiğince, dilimin döndüğünce o ilk imleri okura aktarmaya çalışıyorum. Çünkü “hayat kısa ve kuşlar uçuyor”, biliyorum. Bıraktığımız izler kadarız, onu da biliyorum.
 
Kristeva’nın ortaya attığı ve 1960’lı yılların sonlarından günümüze gelen metinlerarasılık, başta “(………..) Doldurmaca” öykünüz olmak üzere hemen tüm hikâyelerinizde dikkat çekiyor. Bu metinlerarası “alışveriş” sizin için ne ifade ediyor? 
Metinlerarasılık, sonuçta bir anlatı tekniği. Estetik bir tercih aynı zamanda. Postmodern edebiyatın alâmet-i fârikalarından biri. Filmlerden fotoğraf karelerine, şiirlerden resimlere ve daha birçok alana ait s/imgeye rastlayabilirsiniz öykülerin içinde. Başka metinlere yapılan atıflar da var, tırnak içinde alıntılar da. Musa’nın Birinci kitabı, Yuhanna İncil’i, Yunus Emre dizesi, Hasan Ali Toptaş cümlesi… Ya da bir reklam sloganı, Mcluhan’ın ‘Global Köy’ fikri, Lorca ve Kavafis… 

Bu metinlerde kronolojik bir sıralama dikkati çekiyor. Niçin böyle bir tercihte bulundunuz?
Çünkü kitap bittikten sonra büyük bir yapbozun parçalarını tamamlamış olma hissi önemlidir okur için. “Kâğıt Beyazı Tenin”i okumadıysanız “Kahkaha Çiçeği Çıkmazı Kadınları” biraz eksik kalacaktır. “Kahve Fincanında Bumerang Etkisi”ni es geçtiyseniz, öykülerin geneline sinen o kahve kokusunu yeterince alamayabilirsiniz. “Söz Uçurumunda Bir Epilog”u atladıysanız orada geçen ‘söz uçurumu’nun derinliğini yeterince ölçemeyebilirsiniz. Özetle, metinler arasında böyle ilişkilere rastlayabilirsiniz. 

Yazıyla aranızda nasıl bir ilişki var?
Yazıyla kurduğumuz irtibatın tanımlara ihtiyaç duymadığını düşünüyorum. Ama ‘kurulan’ bu bağı hep önemsedim. Hatta yazmadığım, yazıdan uzak kaldığım dönemlerde bile… Bazen bir ifade aracıydı yazı, bazen bir sağaltım… Büyüklerimin kalemimin öyküye yatkın olduğunu söyleyip bu alanda yetkinleşmem gerektiği yolundaki önerilerini göz ardı etmedim. Yazdıklarıma ‘öykü’ diyecek olan okurlardır, eleştirmenlerdir… Ben yaz(g)ı dedim. Annem de ‘yazı’ derdi ‘kader’ yerine… Bunca acı ve gözyaşının olduğu bir dünyada kalemin sorumluluğuna inanıyorum. İyilik, güzellik ve doğruluk adına -ne varsa- yazmak gerekiyor diye düşünüyorum.

Öyküleriniz, anlatıcı ağırlıklı. Bir diğer dikkat çeken özellik de az diyalog içeriyor olmaları. Hikâyelerinizin dıştan çok içe seslendiğini düşünüyorum. Belki de bundandır bu “sükût”. 
Susmamız bir şey ifade ediyor yazarken. Yazmak da zaten bir nevi susarak konuşmak değil midir? Sessizliğimizi anlamlı kılan ona yüklediğimiz ‘anlam’dır. Sessizliğin de ötesi belki sükût. Ona yüklediğimiz anlamla onun yüklendiği anlam farklıdır. ‘Susku’yu seviyorum. Sözlükte, “susma, konuşmama” hali olarak tanımlansa da “sükût” bazen başka bir anlama bürünebiliyor. Susarak içe dönüşün sebebi, insanın küçük bir âlem oluşunda gizli aslında. İçine doğru kazdıkça genişleyen bir yapısı var ruhumuzun. Bunu yazarken daha iyi hissedebiliyoruz. 

Karşılıklı konuşmanın neredeyse olmadığı öykülerinizde en çok kullandığınız noktalama, “?” olmuş. Öykülerdeki bu “emin olamama” hali onları bir “arayış” metinleri yapar mı? Bunca “?” hikâyelerinizde neyin cevabını arıyor sizce? 
Diyalog yok belki ama bu ‘karşılıklı konuşma’ olmadığı anlamına gelmiyor. Yazarın okuruyla konuşması değil midir zaten yazı? O yüzden yazının kendisinin başlı başına bir ‘arayış’ olduğunu düşünüyorum. Biliyorum ki, “Aramakla bulunmaz, ancak bulanlar arayanlardır.” Soru işaretine gelince: “Emin olamama” halinden ziyade, sorma eylemine dair bir im. Çünkü bildiklerimizi sorgula(t)mak için sorulara ve soru işaretlerine ihtiyacımız var. Kendimizi hatırl(t)mak için de… 

Öykülerinizde “eril bir dil” kullanmışsınız desem, ne dersiniz? Bilinçli bir seçim miydi bu? 
Dilimin ‘cinsiyetsiz’ olduğunu düşünüyordum bu soruyla karşılaşana kadar. Ya da cinsiyetçi bir vurgu taşımadığını… Kullanılan fiillerden dolayı sizde böyle bir algı oluşmuştur belki. Şöyle ki, okunan öyküleri aslında ‘eril’ kılan bakış açımızdır/ bilinçaltımızdır. Yine de öykülerim eril midir dişil midir ona okur/ eleştirmen karar versin isterim. 

Tüm öykülerin belki de tek bir kadın kahramanı var ve bunlar o tarafından ona yazılmış sanki? Ne dersiniz?
Doğup büyüdüğüm şehirden yaşadığım kente, yaptığım işten tanıklık ettiğim olaylara kadar dilimi şekillendiren birçok unsur var. Kahramanlarım genelde isimsiz. Bu, bilinçli bir anonimleştirme. Onlara isim koysaydım belki tek kişi olacaklardı. Ancak şimdi ‘ben, sen, o, biz, siz, onlar’dan biri… Hepimiz!

Güncel kitapları da takip eden bir yazarsınız. Öykünün şimdisi ve geleceği için neler düşünüyorsunuz? Okur nezdinde şiirle aynı kaderi paylaşıyor sanki, unutulmayı... 
Öykünün şimdi’si ve geleceği için çok şey söylenebilir ama daha çok söz’ün şimdisi ve geleceği üzerine düşünüyorum. Yıllardır konuşulup duran bir konudur: Şiirlerin birbirine benzemesi ve kullanılan imgelerin içinin boşal(tıl)ması… Bu durumla öyküde de karşılaşmaya başladım. Birbirine benzer çok fazla öyküye denk geliyorum son dönemde. Yaşanmışlıkların birbirine benzemesiyle ilgili olabilir bu. Aslına bakarsanız öykünün, modern çağ insanın gündelik pratikleri arasında daha çok okur bulması gerek. Mesela bir otobüs ya da vapur yolculuğunda öyküye vakit ayırmak her zaman mümkün ama roman okurken onu tamamlama şansımız az. Öykünün o damıtılmış ve sözün imbiğinden geçirilip süzülmüş yönünden kaynaklı bir durum var: Okuması kolay gibi gözükse de içselleştirilmesi zor sanki. Yine de unutulmaması gereken: Anlam zenginliği açısından eşsiz bir alan öykü… O yüzden unutulmayacak!

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi
Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız
Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı