• $32,3805
  • 34,9816
  • 2325.59
  • 9079.97
13 Haziran 2014 Cuma 01:41 | Son Güncelleme:

Şairler şiir değil, niyet okuyor!

Şairler şiir değil, niyet okuyor!

YUSUF ÇOPUR
copuryusuf@gmail.com
Fotoğraf: CEM TÜRKEL

“… Haydar Ergülen’in gözlerine bakıyordum / o da benim gözlerime/ … Öylesine heyecanlı bir andı ki / ayaklarım yerden kesildi / okuduğum satırlar benimdi sanki / bir anda şair olup çıkmıştım / binlerce şiir yazmak istedim / Haydar Ergülen olmak istedim.”

2008. Bağcılar Atatürk İlköğretim Okulu. Bir öğrenci-yazar buluşmasından günler sonra. Dolunay gözlü bir öğrencim elinde defterinden yeni yırtılmış bir kâğıtla geldi bana. “Öğretmenim, Haydar Ergülen için şiir yazdım. Ona nasıl ulaştırabilirim?” Gamze Çamaş. 5. sınıf öğrencisiydi. Haydar Bey okulumuza geldiğinde onun şiirlerini okumuş, hepimizi gözyaşına boğmuştu. Ve şimdi o anı şiirleştirmiş (ölümsüzleştirmiş mi deseydim) şaire ulaşmak istiyordu… Ulaştı da… O şiir. Önce Varlık’ta, yıllar sonra da bir kitapta. Şiirdir Geçer, sadece Gamze gibi çocuk şairlerin değil, usta isimlerin de yer aldığı bir edebiyat günlüğü. Haydar Ergülen’in 2007-2010 arasında Varlık’ta çıkan yazılarının verimi. Şairle son kitabını ve her yönüyle şiiri konuştuk.

“Yitirdiğimiz bir dünyayla, o dünyanın değerleriyle, insani değerlerle birlikte, o değerlerin sahibi ve taşıyıcısı olan insanları da yitiriyoruz, onlar da şiir gibi azalıyor” diyorsunuz. İnsan yitik, şiir eksik, nasıl bir geleceğe gidiyoruz sizce?
Adı ister öyle olsun ister başka türlü, faşizm dünya sistemi oldu. Sanki dünyanın tüm ülkeleri birleşti ve birleşmiş faşist milletler diye bir heyula belirdi. Hepimiz ikiziz ve birimiz faşist, yani ya kendimiz ya da ikizimiz faşist. Yoksa faşizmin -ki sadece faşist, ırkçı ya da aşırı sağcı partilere oy vermekle sınırlı olmadığını biliyoruz- bunca yaygınlaşmasının yanında, bunca içselleşmesi, derinleşmesi ve kök salmasını anlayamayız. Ingeborg Bachmann’ın faşizmi ‘iki insan arasındaki ilişki’den başlatan öngörüsü, yalnızca felsefi ya da edebi bir aforizma değilmiş meğer. Bunu kendisinde, bedeninde ve ruhunda sınayan Bachmann, bu ağır gerçeğin ve buna dair kurduğu cümlenin bedelini de yaşamıyla ödedi ne yazık ki. O yüzden zamanın şiiri de başka türlü yazılmaya başlandı artık. Yani şairlerden çok, şair olmayanların yazdıkları ancak karşılayabiliyor zamanın kara, koyu, ezici, boğucu, yakıcı gerçeğini. Soma cehenneminde yitirdiği gencecik babasına kapkara içini yazan küçük kız gibi. Şairlerin yazdıklarıysa fazla lirik, fazla epik ve bazen de fazla ironik kalabiliyor bunların yanında. Belki de bu nedenle kimse kendisine şairim dememeli, öyle ya böyle bir durumda şairlik utanılası bir şey olabilir.

Zengin ve çeşitli bir şiirimiz var bugün, dedikten sonra onu alımlayabilecek, şiirin hayatındaki önemini ve yerini kavrayabilecek bir ‘okur’ un olmadığını söylüyorsunuz. Okur öksüzü bir şiirimiz mi var?
Okurun ‘leş kargası’ olduğunu söyleyen Ece Ayhan’a saygı duyuyorum ama bu görüşüne katılmıyorum. Bunu kışkırtıcı bir cümle olarak kurduğunu düşünüyorum. Eh, şair de bir tür kışkırtıcı değil midir? Kışkırtmanın zihniyet değişimine, yenilenmeye, tazelenmeye ve yeni şeyler söylemeye, yazmaya, üretmeye yönelik olduğunu da düşünüyorum. ‘Zihniyet devrimi’ dediğimiz şeye çok benzer bir şey aslında ‘şiir devrimi’ de. Burada ‘zihniyet’in yerine ‘şiir’i koyduğumuz zaman gerçekleşecek olan şey bu devrimdir işte. O yüzden okuru suçlamak yanlış. Benim pek suçlama ya da suçu okurun üstüne atma anlayışım yoktur, öyle anlaşıldıysa yanlış yapmışım demektir. Ben topyekûn bir kalkışmadan, değişimden, yenilenmeden, yani ‘şiir devrimi’nden, ‘şiirsel devrim’den söz ediyorum ki, bu tüm hayatı kaplayan bir eylemdir ve faşizmi ancak bununla alt edebiliriz.

Baki Ayhan T. ile yaptığımız bir söyleşide “şairlerimiz cahil kalmakta ısrar ediyor, hemen hemen hiçbiri hiçbirini ve çoğu hiçbir şiiri okumuyor” demişti. Ne dersiniz bu konuda?
Baki’nin söylediğine katılmamak elde değil. Birbirlerinin şiirlerini okumak yerine, niyet okumak gibi bir yaklaşımları var bazılarının. Şöyle bir şey söyleyeceğim, biraz tuhaf bir ilişki olacak ama: Birbirlerini okumadıkları için şiirleri birbirine benziyor! Okusalardı şiirleri bunca benzemezdi birbirine. İşte o klişe gibi, çok okuyan mı iyi şairdir az okuyan mı? Çok okuyanlara örnekler, Ece Ayhan, Cemal Süreya, İlhan Berk. Bense şairi, çok şiir yazandan, hatta iyi şiir yazandan önce, çok şiir okuyan, iyi şiir okuyan ve bunu sürdüren biri olarak görüyorum.

2002’de bir yazınızı “Ey Budala adlı suskun kişi, sen niye hâlâ bu dünyaya ait olmayan bir inatla bir şiirin peşinden gidersin?” sorusuyla bitirmişsiniz. Bugün aynı soruyu ben size sorsam?
‘İnat’ demişim, ‘ısrar’ı da ekleyebilirim buna. Ve bilge şair Melih Cevdet Anday’ın “Dünyada geçirdim çocukluğumu” dizesini de hemen yanlarına. Çocukluğumuzu dünyada geçiriyoruz ve onu “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/Hiçbir yere gitmiyor” duygusuyla tamamlamak istiyoruz, Edip Cansever’in. Şimdi çocuğuz ve yürüyoruz, bir yolculuk içindeyiz, bu yolculuğun bir yerinde hafifçe havalanacağız ve uçmaya başlayacağız. İşte o insan olma halimizdir, uçmaya başladığımız o gün insan olacağız. Gezgin ozan, ‘flaneur’, ‘troubadour’, ‘yürüyen abdal’, yani şair için yürüyüş halindeyken söylenmiş tüm sıfatlar, yerini ‘insan’a bırakacak. İnsan şiirin kendisi olacak. Şiir de böylece ‘gizli’ amacına uçarak varmış olacak!

Şiir yıllıkları hakkında ne düşünüyorsunuz? Hemen her yıl bazı şairler arasında çok sert tartışmalara neden oluyor bu yıllıklar. Nedir bu tartışmaların sebebi?
Dergilerde daha çok şiir yayımladığım yıllarda yakından izlerdim şiir yıllıklarını, şimdi o kadar değil. Hatta kaç yıllık çıkıyor, onları bile bilmiyorum. Son yıllardan iyi ve ilginç yıllıklar olarak aklımda kalanlar, Cenk Gündoğdu ile Şeref Bilsel’in hazırladıkları Şiir Defteri, Mustafa Fırat’ın Şiir Dağın Doruğunda, Mustafa Aydoğan’ın Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı ve Zafer Acar’ın hazırladığı şiir yıllığı. Elbette Mehmet H. Doğan’ın ve sonrasında Baki Asiltürk’ün hazırladığı şiir yıllıkları da bir başkaydı. Hakan Arslanbenzer’in nev’i şahsına münhasır yıllıkları da unutulmamalı. Artık çıkmıyor galiba. Son yıllarda kavga çıkıyor mu şiir yıllıkları dolayısıyla, hiç bilmiyorum. En son Baki›nin hazırladığı YKY Şiir Yıllıkları etrafında hayli gürültü kopmuştu ama yıllık gitti, gürültü de bitti yanılmıyorsam! Şimdi kavga daha çok internet ortamında kopuyormuş duyduğuma göre.

Yazarlık kursları, okulları, yaratıcı yazarlık dersleri bir sektör halini aldı. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz, tüm bunların faydalı olduğunu düşünüyor musunuz?
Ben de yıllardır birkaç özel üniversitede ‘yaratıcı yazarlık’, ‘yazı türleri’ ve ‘metin yazarlığı’ başlıkları altında ‘yazı dersler’ veriyorum; bunların bazıları zorunlu, bazıları da yarı zorunlu dersler. İletişim fakülteleriyle Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerine veriyorum bu dersleri genellikle, başka bölümlerden öğrencilerin de seçtiği oluyor. Televizyoncu, gazeteci, radyocu, reklamcı; halkla ilişkiler okuyanlar; Türkçe ve edebiyat öğretmeni olacak öğrenciler bunlar. O nedenle yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum.

Neler yapılıyor bu derslerde? 
Gümüşlük Akademisi’nde de ‘yazı alıştırmaları’ başlığı altında bazen 8, bazen 12 hafta süreyle yazı alıştırmaları yapıyoruz, en fazla 10 kişilik sınıflarda. Yazıdan, yazarlardan, kitaplardan, üsluplardan konuşuyoruz, okuyoruz, yazıyoruz, bir nevi ısınma çalışması. Yazıyı ve okumayı sevdirmek ve herkesin yazabileceğini göstermek amaçlı çalışmalar bunlar.Şahsi olarak çok eskiden beri herkesin şiir ve yazı yazabileceğini düşünürüm. Bu düşüncemi paylaşıyorum diyelim. Bir tür yol ve yön göstericilik de denilebilir buna. Karşılıklı öğrenme de. Kimi arkadaşlar atölye sonrası internet ya da dergilerde kimi ürünlerini yayımlamaya başlıyorlar ki en sevindirici yanı da bu. Serap Paşalı, Özlem Şakiroğlu, Özlem Ataünal, Onur Öztemir, Sezgin Muradoğlu, Dilek Karaaslan adlı katılımcılar çeşitli konularda yazmaya başlayanlardan sadece birkaçı.

Çocuklar için Nar Alfabesi’ni yazdınız ve birçok minik okurunuzla buluştunuz. Neler hissettiniz bu buluşmalar sırasında?
Keşke çocuklar için daha çok ve daha güzel şeyler yazabilseydim, ne kadar geç kalmışım diye düşündüm. Hem kaynak da hazırdı işte, çocukların kendileri, bambaşka bir dünya, bambaşka bir yaşam. Üniversiteye giderken biraz çocuk şiiri yazmıştım, onları sürdürüp bir çocuk şiirleri kitabı daha hazırlamak istiyorum. Çocuk yazınına çoktan başlamış yazarların ne kadar şanslı olduklarını bu vesileyle bir kez daha anlıyorum. Hem çok zor hem çok keyifli, hem çok ciddi hem de çok eğlenceli. Çocuklar için yazmak parka oynamaya, lunaparka gitmek gibi güzel, tekrar ilkokula başlamak gibi ciddi bir şey.

Okur-yazar buluşmalarının sizde nasıl bir etkisi oluyor. Okur açısından edebiyata farkındalığı artırdığını düşünüyor musunuz?
Senin girişiminle Bağcılar Atatürk İlkokulu’nda yıllar önce başlayan Yazarlar Okullarda etkinliği; yine senin büyük katkılarınla ve İstanbul Milli Eğitim Müdürü Dr. Muammer Yıldız’ın özveri ve öncülüğüyle İstanbul’da da 3 yıldır yapılıyor, başka illere de yayıldı ve artık onu İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü projesi olarak uluslararası boyuta taşıdınız. ITEF kapsamında dünya yazarlarını öğrencilerimizle buluşturuyorsunuz. Müthiş bir şey. Kültürü eğitimle birleştirip, yazarları çocuklarla buluşturan Muammer Yıldız’ı, seni ve tüm ilgilileri yürekten kutlarım.

Öğrencilerle aranızda nasıl bir etkileşim oluyor bu buluşmalarda?
Buluşmalar iki taraf için de yararlı ve çok anlamlı, özellikle soru-yanıt aşamasında hayli heyecanlı anlar yaşanıyor, öğrencilere şiiri, edebiyatı bu yaştan sevdirmek çok önemli, en iyi yanı da bu. Okullardaki söyleşilerde de belirtiyorum, şiir, edebiyat derslerinin dışına çıkarılmalı ve ayrı bir ders/etkinlik olarak sürmeli. Böylece şiirin daha çok okunacağını, sevileceğini düşünüyorum. Tabii öte yandan gerek söyleşilerimde gerek okur-yazar buluşmalarında çok farklı okurlardan oluşan bir okuyucu grubuyla karşılaşmak da hem şaşırtıcı, hem sevindirici, o zaman şiir bir işe yarıyormuş demek ki diye düşünüyorum işte.

Son olarak edebiyat dergilerini sormak istiyorum. Onlarcası kapanırken bir o kadarı yayın hayatına başlıyor. Dergiciliğin bugününü ve yarınını nasıl görüyorsunuz?
Edebiyat demek, şiir demek, dergi demektir. Dergisiz olmaz! Çoğunlukla da edebiyata, şiire girişin kapısı kitaplardan önce dergilerdir, benim için de öyle oldu. Ayrıca kimi tiryakilikler iyidir, yararlıdır, yaratıcı, üretici, kışkırtıcıdır. Bu ve benzeri nedenlerle neredeyse 50 yıldır iyi bir dergi okuru ve tiryakisiyim. Şimdilerde çok ve çeşitli dergiler var, ne yazık ki çok azını görebiliyorum, olsun, bunca dergi çıktığına ve bazıları kapansa da -ki o da dergiciliğin şanındandır- kapananların yerine yenilerinin çıktığına göre demek ki edebiyat, şiir yaşıyor demektir. Ayrıca şiirin gençliği her zaman yeni çıkan dergi sayısıyla ilişkilidir, çok dergi çıkıyorsa çok genç var demektir, eh bu da şiir gibi bir şeydir bana kalırsa. Şimdi genç olsam yine dergi çıkarmak isterdim arkadaşlarımla.

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı
Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür
Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür

Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür