• $32,3804
  • 35,0302
  • 2325.83
  • 9092.71
11 Temmuz 2014 Cuma 03:41 | Son Güncelleme:

Haneke tüketim sinemasına karşı

Haneke tüketim sinemasına karşı

Celil CİVAN
kitap.eki@aksam.com.tr

Fransız felsefeci Gilles Deleuze, sinemanın yeni bir düşünme biçimi yarattığını söylüyordu. Fotoğrafın yerini sinemasal imgenin aldığı yirminci yüzyılda sinema yeni bir felsefi araçtı ama Deleuze halefi Adorno gibi kültür endüstrisinin metalaştırıcı etkisinin de farkındaydı. Sinemanın saf düşünceye açılabileceğini, “dünyaya, yaşama olan inancı” sağlayabileceğini söyleyen Deleuze aynı sanatın, kitleleri ruhsal otomatlar haline getirecek, faşizme hizmet edecek olumsuz gücünü de görüyordu.
Sinemanın düşünceye yönelik imkânlarına eğilen Deleuze kitaplarında Hollywood sinemasından, ana akım filmlerden ve kendi tabiriyle “seyirciyi aptallaştıran” yapımlardan uzak durmuş, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa sinemasında tezahür eden, kendi filmlerinin yaratıcısı olan “auteur yönetmenleri” önemsemişti. Auteur sinemasının özelliklerinden bazıları; yönetmenlerin ana akım sinemanın biçim ve içeriğinden uzak durmaları, filmlerinde tekrar eden temalarla motiflerin olması ve sinemayı bir endüstri değil, bir sanat biçimi olarak görmeleriydi. Avrupa sineması günümüzde özellikle Hollywood’un olumsuz baskısı altında olsa da Avrupa’da auteur diyebileceğimiz yönetmenler hâlâ mevcut.
Yedinci Kıta, Piyano Öğretmeni, Saklı ve Aşk gibi filmlerin yönetmeni Michael Haneke de söz konusu auteur’lerden biri. İki kez Altın Palmiye alan, Oscar’da En İyi yabancı Film ödülü kazanan Haneke sinemaseverlerin iyi bildiği bir isim. Filmlerinde gündelik şiddeti anlatması, Avrupa burjuvazisine eleştiriler getirmesi ve konularını mesafeli bir biçimde anlatmasıyla dikkat çeken Haneke’nin son filmi Aşk’a kadarki hayat ve sinema serüvenini anlattığı Haneke, Haneke’yi Anlatıyor isimli kitap, yönetmeni daha yakından tanımak için iyi bir başlangıç eseri olma görevini görüyor. Sinema eleştirmeni ve tarihçisi iki ismin, Michel Cieutat ile Philippe Rouyer’in iki yıla yakın bir zamanda Haneke’yle gerçekleştirdikleri elli saatten fazla süren görüşmeleri yansıtan kitap, Haneke’nin çeşitli dönemlerini anlatan on üç bölümden oluşuyor. Yönetmenin, filmlerine dair kişisel yorumlardan özellikle kaçındığı kitapta Haneke’nin tiyatrodan sinemaya uzanan kariyer sürecini, senaryolarını nasıl yazdığını, oyuncu seçimlerini ve günümüz Avrupa’sına dair fikirlerini öğrenmek mümkün. 

BURJUVAZİNİN GİZLİ ŞİDDETİ

Deleuze’ün yukarıda sözü edilen görüşlerini hatırlatırcasına “Bütün filmlerimi, her şeyin her zaman iyiye gittiği yalanını söyleyen yaygın tüketim sinemasına karşı bir tepkiyle ürettim” diyen Haneke, filmlerinde kitle iletişim aygıtlarının yaygınlık kazanmakla kalmayıp toplumu baskı altında tuttuğu bir çağda, söz konusu aygıtların uyguladığı şiddeti ve sözde-gerçeklik tasavvurunu eleştirir. Şiddete atıf yapması yüzünden sık sık eleştirilen, dahası zaman zaman festivallerde tepki gören yönetmen söz konusu eleştirilere şöyle cevap veriyor:  “Benim filmimin gücü medyaların mütemadiyen yaydığı ve bizleri kayıtsız kılan bütün bu şiddete ayna tutmasından geliyordu.” Şiddetin iletişim eksikliğinden kaynaklandığını söyleyen Haneke günümüzde teknolojinin gelişmiş olmasına rağmen iletişimsizliğin ve şiddetin gitgide arttığını, dolayısıyla dünyanın iyi bir yere gittiğini söylemenin mümkün olmadığını da karamsarlıkla ekliyor. 
Ölümcül Oyunlar isimli filmi özelinde, şiddet sahnelerine getirilen eleştirilere cevap verirken asıl amacının “şiddetin hakikatte ne olduğunu ve nasıl da işkencecilerin suç ortağı haline gelebileceğini seyirciye göstermek” olduğunu söyleyen Haneke, kötülük bahsindeyse “Esas utanç, kötülüğü icra eden insanlara değil, onu görmemek için gözlerini kapayanlara ait” demekle sanatına özgü unsurları dile getirmiş oluyor. Zira Haneke seyircinin kendini unutup birkaç zevkli saat geçireceği, kahramanla özdeşleşip catharsis yaşayacağı ana akım sinemanın tam tersine seyirciyi her an diken üstünde tutan bir sinemasal üslubu yeğlediğini belirtiyor. Bu yeğleme ise sinemanın seyirciye sunduğu geçici mutluluk kadar sözde-gerçekliğin de altının oyulmasını gerektiriyor. Sinemasının “otorefleksif” olduğunu söyleyen Haneke, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sanatın gerçeklik yanılsaması sunmasıyla kitleleri etkileyebileceğinin anlaşılması üzerine Avrupa’da “kendi ifade araçlarını yansıtan, bunları aynaya aksettiren ve böylece okuyucuya [seyirciye] gerçeklikle değil de bir sanat eseriyle karşı karşıya olduğunun farkına varma özgürlüğü sunan” yeni bir sanat anlayışının geliştiğini, kendi sinemasının da bu sanat anlayışına göre biçimlendiğini belirtiyor.

HAKİKATTEN ŞÜPHE DUYMAK

Sanatçının görevinin saklı kalan, örtbas edilen şeylerden bahsetmek olduğunu ifade eden Haneke’nin filmlerinin bir diğer özelliği, hikâyelerini daha çok gitgide parçalanan, duyarsızlaşan ve nesne haline gelen burjuvazinin ekseninde anlatması. Avrupa burjuvazisinin ikiyüzlülüğünü, bencilliğini, şiddete eğilimini ve kendi dışındaki dünyaya gözlerini kapamasını eleştiren, yaygın tüketime özgü sanatın gerçeklik yanılsamasıyla izlerkitleyi aldattığını söyleyen yönetmene göre sanatın bir görevi de seyirciye hakikati göstermek yerine seyircinin görülen/gösterilen hakikatten şüphe duymasını sağlamak.

AVRUPA VE TABULARI

Konu seyircinin şüphesini uyandırmak olduğuna göre Haneke’nin sözlerini okuyan bizlerin de zihninde bazı soru işaretlerinin uyanması olağan sayılmalı. İletişim aygıtlarının yol açtığı nesneleşmeye, Avrupa’da yaşanan gizli ve gündelik şiddete, göçmenlere karşı duyarsızlığa dikkat çeken Haneke kendi ülkesi Avusturya’nin nüfus bakımından karışık bir ülke olduğunu, Viyana telefon rehberine baktığımızda birçok Yugoslav ve Çek ismiyle karşılaşacağımızı, Avrupa’nın göçmenlere karşı ırkçılıktan uzak durması gerektiğini söylüyor ama iş “Müslümanlara/İslamcılara” gelince şunları demekten kendini alamıyor: “Fakat günümüzdeki göç dalgalarında gördüğümüz dini militanlık karşısında biraz ihtiyatlıyım. Bu noktada ırkçığın -ki şahsen kendimi kesinlikle orada konumlandırmam- eşiğinde duruyoruz, ama İslamcı hareketin yükselişini ve bu hareketten gelenlerin davranışlarını gördüğümde, buraya gelenlerin uyum sağlamak için en ufak bir çaba harcamaması karşısında biraz rahatsız oluyorum.”
Yedinci Kıta filminde, paraların tuvalete atıldığı sahnede Cannes’daki seyircilerin bir kısmının salonu terk ettiğini söyleyen Haneke “Bunu tahmin ediyordum aslında, çünkü para en büyük tabulardan biri” diyordu. Yufka yürekli liberallerin inkâr ettikleri korkularını beyazperdeye aktaran Haneke kitapta “Müslüman” ve “İslamcı” tabirlerini kolaylıkla yan yana getirmekten beis duymadığı gibi filmografisi boyunca eleştirdiği Avrupalı burjuvaziyle aynı tepkileri vermekten de geri durmuyor. Bize de herhalde Haneke gibi “Bunu tahmin ediyordum aslında, çünkü Müslümanlar en büyük tabulardan biri” demek düşüyor.
Türk sinemasının yüzüncü yılını kutladığı, bir Türk yönetmenin Cannes’da Altın Palmiye ödülünü aldığı ve sinemaya ilginin arttığı bir dönemde Haneke, Haneke’yi Anlatıyor isimli kitap, Haneke sinemasını, yönetmenin çalışma tarzını, ana akım sinemaya getirdiği eleştirileri ve şüphesiz, yönetmenin “Avrupalı duyarlılıklarını” anlamak açısından sinema literatürüne önemli bir katkı sağlıyor.

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi
Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız
Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Bakan Uraloğlu tarih verdi: İki ili birbirine bağlayacağız

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı