• $32,3876
  • 35,089
  • 2326.47
  • 9078.83
12 Aralık 2014 Cuma 18:38 | Son Güncelleme:

Asaf Hâlet Çelebi

Asaf Hâlet Çelebi

Mehmet Can DOĞAN
mehmetcandogan@yahoo.com

Asaf Hâlet Çelebi, modern Türk şiirinde poetik tutumuyla beliren şairlerdendir. 1938 Kasım’ında S.E.S.gazetesinde “Cüneyd” adlı şiiri yayımlandıktan sonra dönemin “yenilikçi” dergilerinde özgün bir şair olarak öne çıkar. 1942’de He, 1945’te Lâmelif adlı şiir kitapları yayımlandığında,1940’lı yılların mizah dergilerinin de şaire gösterdiği yoğun ilgi sonucu, tanınan bir figürdür. Bir şair olarak kabulünü, anılan kitapları sağlamıştır. 1953’te, Türk şiiri yeni bir modernist dalgayla sarsılmaya hazırlanırken ilk iki kitabından bazı şiirleri dışarıda bırakıp yenilerini de ekleyerek Om Mani Padme Hum adlı kitabını çıkarır. Çelebi, 1940’lı yılların şairidir ve her ne kadar “poetika”sını 1950’lerde yayımlasa da bu yıllarda şair olarak ancak ölümüyle ilgi çeker. 
Asaf Hâlet Çelebi, kuşkusuz, poetik tutumuyla özgün bir şairdir; ayrıca İslam tasavvufu ve Budizm merkezli çalışmalarıyla da entelektüel bir portre olarak belirir. Edebiyat dünyasında şiirleriyle göründüğünde 30 yaşını geçmiş, birikimli ve geniş görüşlü bir kişilikle ayrışır. Modern Türk şiirinde, poetik tutumu ve kişiliğiyle olduğu kadar şiire girişteki yaşıyla da ayrıksı bir figür olarak belirir. Birikimini, terbiye ve ahlakını geleneksel değerlerin hüküm sürdüğü bir çevrede edinen Çelebi, şiirleriyle “modern”, “yenilikçi” ve dönemin şartları içinde “solcu” bir çevrede varlık bulur. Yukarıda çıkışındaki noktayı belirlemek niyetiyle onun 1940’lı yılların şairi olduğunu belirttim. Bu belirleme, onun dönemsel bir şair olduğu gibi bir ima da vurgu da taşımıyor. Elbette, 1940’lı yıllarda dönemin söz havuzunu ve yaygın eğilimini kullanan ama poetik tutum geliştiremeyen dönemsel şairler vardır. Çelebi, kesinlikle onlardan değildir.
1940’lı yıllarda özgün bir şair olarak belirmek ve poetik tutumla ayrışmak hayli güçtür. Biçimsel göstergelerle ya 1930’lardan gelen şiiri sürdürmek ya Garip Şiiri’nin oluşturduğu kalıba girmek ya da toplumcu bir söyleme eklenmek gerekir. Bunların dışında seçenek yoktur. Asaf Hâlet Çelebi, 1940’larda iki yönlü bir silme harekâtı veya alan açma çabasıyla belirginleşir. Duruş itibarıyla geleneksel/muhafazakâr bir dünyanın insanıdır ama duyuşuyla bu alanı zorlar veya buradan taşar, buraya sığmaz. Söyleyişiyle de dergilerde yayımlanmayan ilk şiir denemelerinden uzaklaşır. Necip Fazıl Kısakürek’in “mistik”/metafizik şiir iddiası ile Orhan Veli Kanık’ın şiiriyle belirginleşen Garip Şiiri anlayışının rahatlığını hedef alır. “Kalp Şairi” ve “Sahte Eyyub Sultan Mistiği” başlıklı yazılarıyla Kısakürek’in mistik imgesini yerinden ederken; serbest tarzda kurduğu göndermeleriyle yoğun, tutumuyla derin ve çağrışım alanıyla ufuklu şiirleriyle de Garip Şiiri’nin karşısında konumlanır. Bu iki cepheyi gözeten şiir hamlesi, 1940’larda Çelebi’nin şair olarak tutunmasını sağlar. Om Mani Padme Hum’a, 1953’e geldiğinde onun şair imgesi, 1940’lardaki başka bazı şairler için de olduğu gibi ötelenmiş durumdadır. 1954’te, hem bir yıl önce yayımlanan ve o günlerde “bütün şiirleri” gibi sunulan kitabı sonrasında kendini belirginleştirme ve benimsetme hem de “Benim Gözümde Şiir Davası” üst başlığındaki bir sözcüğün de işaret ettiği üzere kazanılmış bir şiir davasının topoğrafya haritasını çıkarma niyetiyle poetikasını yazma ihtiyacı duyduğu söylenebilir. Çelebi’nin 1940’larda başka yazılara yayılan poetik görüşlerini yaklaşık on beş yıl sonra bütünlüklü bir poetika olarak sunması, sadece şairin kendi şiir serüveninde anlam kazanmış; bu özgün ses, 1950’lerin ortalarına doğru gelişen İkinci Yeni Şiiri’nin rüzgârında savrulup gitmiştir.
Asaf Hâlet Çelebi, edebiyat dünyasında Om Mani Padme Hum’un yayımlanışının üzerinden 30 yıl geçtikten sonra hatırlanır; buna, yeniden doğuş da denebilir. Adam Yayınları, Çelebi’nin şiirlerini aynı adla 1983’te yayımladı, Mustafa Miyasoğlu’nun Semih Güngör takma adıyla yayımladığı Asaf Hâlet Çelebi (1985) adlı kitabının ardından şaire ilgi arttı. Bilâl Kırımlı’nın Doktora tezinden çıkan Âsaf Hâlet Çelebi (2000) adlı kitabı, zengin kaynakçasıyla meraklıların ufkunu açtı. Benim Kitap-lık dergisinin eki olarak bir dizi içinde hazırladığım A’dan Z’ye Asaf  Hâlet Çelebi (2003) adlı muhtasar kitabımdan sonra aynı yıl Hece Yayınları’ndan Asaf  Hâlet Çelebi Kitabı ve 2006’da İsmail Kara-E. Nedret İşli ve Yusuf Çağlar’ın yayına hazırladığı Âsaf Hâlet Çelebi’nin Defter-i Meşâhir’i çıktı. Geçtiğimiz 10 yıl içinde, hem akademik çevreden hem de edebiyat kanonundan şairin şiirine karşı dikkat çekici bir ilgi belirdi. Şiirleri üzerine çözümleme yazıları çıktı, tez yapıldı. Aslında şiirinin yorumlanması dışında Çelebi’nin şairliğine katkıda bulunacak araştırmanın tamamlandığını söyleyebileceğimiz bir zamanda, Kasım 2014’te Beşir Ayvazoğlu’nun He’nin İki Gözü İki Çeşme Bir Asaf Hâlet Çelebi Biyografisi adlı kitabı çıkageldi. Yukarıda andığım çalışmaların sunduğu malzemeyi, derleyip toparlayan bir kitap bu. 
He’nin İki Gözü İki Çeşme, Asaf Hâlet Çelebi’nin entelektüel portresini, özellikle 1940’lı yıllarda içinde yer aldığı çevreler ve dergiler merkezinde sunan bir biyografi çalışması olarak beliriyor. Çelebi’yi ve şiirini tanımayan genel okuyucunun merakla okuyacağı bu kitabın ondan haberdar olanlara ve yukarıda andığım kitapları bilenlere yeni bir şey söylemediğini belirtmek gerek. Resimler ve diğer görsel malzemelerle renklenen çalışmada, Ayvazoğlu’nun diğer biyografi çalışmalarında da görülen zengin kaynakça dikkati çekmekle birlikte bunların büyük bir bölümünün yeni olmadığı da gözden kaçmıyor.
Asaf Hâlet Çelebi’yle ilgili araştırma-inceleme ve özellikle anı yazılarında ve kitaplarında dikkat çekilen, üzerine gidilen, didiklenen noktalar, Ayvazoğlu’nun çalışmasında yeni başlıklarla değerlendiriliyor. Çelebi’nin ölüm haberlerini izleyerek açılan kitap, sonraki 13 bölümde; çocukluğu, yaşadığı semt, Defter-i Meşâhir’i, Necip Fazıl’la münasebeti, S.E.S., Hamle, Küllük ve İstanbul dergilerindeki durumu ve duruşu, Budizm’e ilgisi, şiir okuyuş tarzı ve bunun getirdiği tuhaf ilgi, göründüğü mekânlar, İzzettin Şadan’la girdiği polemik, arkadaş çevresi, müzik ilgisi, şiir kitaplarının yayımlanışı ve yankıları, aşk hayatı, bağımsız aday oluşu, memuriyeti, poetikası, son yazıları ve hastalığı konularıyla ilerleyip, “Asaf Hâlet Çelebi’nin Şiirleri İçin Okuma Kılavuzu”, “Bibliyografya” ve “Dizin”le kapanıyor. “Bibliyografya” da “Dizin” de, bu kitabın getirdiği ve ona bağlı teknik ve elbette yararlı birer ayrıntıdır. Diğer başlıklar, Çelebi’yle ilgili bilinen şeylerin yeni bir düzenlemesi olarak değerlendirilebilir.
Biyografiden yorum beklemek, elbette haksızlık olur. Bununla birlikte, bir biyografi çalışmasından yorumun yadsındığı izlenimi alınması, metnin özerkliğini gölgeleyen bir yaklaşım olarak anılmalıdır. Ayvazoğlu, “Nurusiyah” şiiri bağlamında şöyle diyor: “Ancak şairin asıl niyetinin III. Selim devrini ve musiki hayatını, Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ını da uzaktan hatırlatacak şekilde masallaştırmak olduğu bellidir.” (s. 193) Bu cümledeki “asıl niyet” ve “belli” sözcükleri, bir yorumu mutlaklaştırma söylemiyle belirir. Bu söylem tarzı bile anlaşılabilir bulunacakken iki cümle sonra gelen sözün ilettiği mesaj, metnin farklı yorumlara kapatılması nedeniyle kabul edilemez. Ayvazoğlu şöyle der: “Bu şiirde ve Şair’in birçok şiirinde aşırı yorumlarla derin mânâlar aramak yerine, yaratılan masal atmosferine ve okuyanlarda uyandırdığı hasret duygusuna dikkat etmek daha doğrudur.” Çelebi’nin şiirlerinde “derin mânâlar” aramak kaygısıyla olmasa da metnin dil ufkuyla kabul ettiği yorumlara girişenler, Ayvazoğlu’nun okuma önerisinin neden “daha doğru” olduğunu haklı olarak merak edecektir.
Araştırmaya bağlı çalışma olarak belirginleşen biyografilerden metin yorumuna ilişkin kuramsal bir yaklaşım beklemek doğru bir tutum değildir. Bu bakımdan Ayvazoğlu’nun yorumu yadsıdığı tavrını, çalışmanın geneline yaymayıp biyografiden beklenen özelliklerin bazı noktalarda çetrefil bir tutumla zedelendiği üzerinde durulabilir. Ayvazoğlu, Asaf Hâlet Çelebi’nin şiirleriyle göründüğü, benim yukarıda “modern”, “yenilikçi” ve dönemin şartları içinde “solcu” dediğim çevreye savrulduğunu, itildiğini ısrarla vurguluyor. Bunun ima edildiği veya örtük olarak söylendiği gibi bir sapma olduğu kanısında değilim. Bu yüzden de Ayvazoğlu’nun böyle kötü bir sonuca sebep olan etkenin kimliğine dair arayışa girmesini makûl bulmuyorum. Ayrıca edebiyat dünyasını “bizim taraf” veya doğru taraf  ile “başka bir taraf” biçimindeki öteleyici ideolojik tutumun kişiyi olduğu kadar dönemi anlamada da sorunlar çıkaracağını düşünüyorum. 
Ayvazoğlu, Çelebi’nin şiirini belirginleştirme sürecindeki ikili silme eyleminde gözettiği Necip Fazıl Kısakürek’e hücumunun “büyük ölçüde haksız” olduğunu belirterek şöyle diyor: “Cevapsız kalan bu ağır ve büyük ölçüde haksız eleştiriler, Şair’in Necip Fâzıl tarafından -başka bir tarafa savrulmasına yol açacak derecede- incitildiğini gösterir.” (s. 80) Birkaç sayfa sonra da “Doğrusu bu çevreye biraz da Necip Fâzıl tarafından itilmişti” (s. 85) cümlesiyle Çelebi’nin tutumunun tercihten, başka bir deyişle bilinçten kaynaklanmadığını, duygunun yönlendirdiği bir incinmişlikle belirlendiğini ileri sürüyor. Çelebi’nin seçiminin bir sapma gibi görülüp makûl açıklamalarla kabul edilebilir hâle getirilmeye çalışıldığı bu ideolojik tutumun gerçeği gölgelediği söylenebilir. Aynı tutum, bazı kaynakların kullanımında da “bu (doğru) çevre (taraf)” ile “başka (yanlış) çevre (taraf)” kutuplaştırmasını derinleştirmektedir.
Ayvazoğlu, biyografi için önemli olan ve temkinle kullanılması gereken hatıralardan bazılarına karşı kabullenici, bazılarına karşı ise kuşkucu bir tutum geliştiriyor. Çelebi’yi Hasan İzzettin Dinamo’nun anılarından izlerken “Dinamo’ya inanmak gerekirse” (s. 75) kaydını koyuyor; Münevver Ayaşlı’nın anılarına başvururken peşin bir inançla kabul geliştiriyor. Başka bir yerde, “Nurullah Ataç’ın ve onun gibi düşünenlerin tüylerini diken diken ettiğinden emin olduğumuz bu deneme belki de bir gizli meydan okumaydı” (s. 134) cümlesiyle “başka bir taraf”ın bir durum karşısında nasıl davranacağını, herhangi bir kaynağa başvurmadan özden belirleyebiliyor. 
Asaf Hâlet Çelebi, 1940’lı yılların sonuna doğru muhafazakâr ve milliyetçi yayın organlarında yazmaya başlar. Ama bu yıllar, onun şair olarak belirginleşip poetik tutumunu kurduğu bir zamandan sonra entelektüel kimliğini öne çıkardığı bir dönemi işaret eder. Kaldı ki Çelebi’nin Om Mani Padme Hum’unun yayıncısı Hüsamettin Bozok’tur ve onun Yeditepe Yayınları da “sol”da yer almaktadır. Dolayısıyla Çelebi’nin, Beşir Ayvazoğlu’nun öne çıkardığı veya öne sürdüğü gibi, bir ayrım gözettiğini söyleyebileceğimiz veri yoktur elimizde.
Andığım tutum bir yana bırakıldığında Beşir Ayvazoğlu’nun kaleme aldığı He’nin İki Gözü İki Çeşme Bir Asaf Hâlet Çelebi Biyografisi’nin, Çelebi’yi tanımak isteyenler için zevkle ve merakla okunacak, görsel çağrısı yüksek, “güzel” bir kitap olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı
Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı

Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı

Emeklilere indirimli bilet müjdesi!
Emeklilere indirimli bilet müjdesi!

Emeklilere indirimli bilet müjdesi!

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi
Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi