Balkanlar’dan gelen soğuk hava derken, Türkiye’yi etkisi altına alan karlı havadan bahsetmeyeceğiz elbette. Balkanlar’dan gelen asıl hava akımı, Pera Müzesi’nde esiyor çünkü.
Üstelik bu esintide sanatın çalkantılı iklimi var, insanı farklı klimatolojik etkilere maruz bırakan. Karlı mantolarınızı vestiyere bırakıp, kafesinde sıcak bir salep içtikten sonra, Pera merdivenlerini çıkarak ulaşabilirsiniz bu rüzgarlı alana.
Lübliyana Müzesi ve Galerileri işbirliğiyle hazırlanan sergiyi dolaşırken, Balkan sanatı üzerine daha önce çok da düşünmediğimizi fark ediyoruz. ‘Balkanlar’ın coğrafi, siyasi anlamı üzerine de çok kafa yorduğumuz söylenemez. Oysa yakın coğrafyamız Balkanlar, bizim için tüm yönleriyle ilgi ve alakaya değer.
Balkanlar kimliği, doğulu mu, batılı mı mesela? Ya da böylesine büyük bütünlükleri yok sayıyorsak, Balkanlar’ı geçişliliğin temsilcisi sayabilir miyiz? Hem doğulu hem batılı diyebilir miyiz mesela? Serginin küratörü Ali Akay’ın bu sorgulamalar çerçevesinde aklımıza çengel attığı bir önermeyle dolaşıyoruz sergide; ‘rüzgarın hafızası vardır.’
Şöyle açıklıyor sergi kitabının önsözünde Akay; ‘Kırılmış, katmanlaşmış toprakların üzerinden gelen rüzgar, zamanları ve mekanları yan yana birbirlerine kavuşturur. Bu kaynayan öyle bir jeolojidir ki, izleri asla silinemez, insanlar istedikleri kadar bu izleri yok ederek kültürleri değiştirmeye kalkarlarsa kalksınlar. Erozyonlarla yok edilen topraklar da, yangınlarla silinen ormanlar da, inşaatlarla yok edilen doğa da, depremlerle kayan topraklar da aynı rüzgarın hafızasıyla dolmaktadır. Bu jeoloji bize, Balkan dağlarının ihtişamıyla sunulmaktadır…’
Rüzgarın hafızası, bir ‘geçişler öznelliği’ olarak farklı çağdaş sanat yorumlarına yansıyor sergide. Sanat sistemini sorgulayan ilginç eserler dikkat çekici mesela; ‘Misafir işçi/sanatçı’, ‘Oskar Hansen’in Modern Sanat Müzesi’, ‘Parçalar’ bunlardan bazıları…
‘Konuşan kaldırım taşları’ ise, gündelik hayatın sıradan nesneleri üzerinden hangi derin kuyulara olta atabileceğimizi gösteriyor; ‘aşk mektubuna sarmalananı, 1848’de Budapeşte’de bir Rus askerine atılanı, birkaç yüzyıl once hiyerogliflerle kaplı olanı, Arşimet’e yasasını bulurken yardım edeni, Peru’dan Avrupa’ya getirilen ilk patateslerin arasında yanlışlıkla getirileni’, yani taşlar, zihin egzersizleri yapmaya çağırıyor ziyaretçilerini;
‘Kaldırım taşı interaktif bir medya mıdır? Buna ne şüphe! Kaldırım taşının Taş Devri için hayati önem taşıdığını iddia etmek yanlış olmaz. Ayrıca, kaldırım taşı en şehirli taştır; uygarlığa giden yolda bir adım, dizimize kadar battığımız çamurun bize uygun olmadığını gösteren bir işarettir. Kaldırım taşları döşeyen biri iyi bir insandır; onları tahrip eden ise kötü biridir. Kaldırım taşı bir düzene sokulmuştur; kadim bir istikrarı vardır ve ayaklarla tekerleklerin sınavından başarıyla geçmiştir. Bu taşın kendisi hareketi destekleyen bir tür çalışmadır. Ayrıca bir silah işlevi görebilir, çoğunlukla proleterya için. Eğer ağırlığını hissetmek için elinize bir kaldırım taşı alırsanız gerçekten bir şeyler öğrenebilirsiniz. Bu taş geçmişin aşırılıklarını barındırır ve bunların hepsini bir arada tutabilir, tıpkı Balkanlar gibi. Bu yüzden de kaldırım taşlarının yerini çoğu zaman asfalt alır.’ Sanatçının bu sorgulamalarını siz de istediğiniz kadar zihninizde evirip çevirebilirsiniz.
Çağdaş sanat sergileri, hoş, anarşik ya da sorgulayıcı zihin ve ruh jimnastikleri yaptırır insana. O nedenle müze ve galerileri, ruhun ve zihnin jimnastik salonları sayabiliriz. Fit kalmak istiyorsak, müze ziyaretlerini ihmal etmemeliyiz.