Osmanlılar zeytin ağaçlarıyla dolu topraklar üzerinde yaşamalarına rağmen, yüzyıllar boyu dana kuyrukyağı, iç yağı, böbrek yağı ve tereyağıyla beslendiler.
Osmanlılar neden sofrada su içmezdi ?
Zeytinyağı, 18. yüzyılda bazı balık yemeklerinde ve salatalarda karşımıza çıkar.
'18. Yüzyıl Türkiyesi'nde Örf ve Âdetler' kitabının yazarı M. De M. D'Ohsson şerbetler hakkında şunları yazar:
"Şerbetlerin hazırlanmasına gösterilen özen, Fransızların şaraplarını hazırlarken gösterdikleri özen kadar karışıktır.
Şerbetler, çeşitli meyve sularına pek çok içeceğin, örneğin gül, fulya, hercaimenekşe, ıhlamur, ve papatyaların karıştırılmasıyla hazırlanıyordu.
Yeniçerilerin başlıklarının ortasında, sefere giderken kaşıklarını soktukları 'kaşıklık' denen özel bir bölüm vardı.
Sofra kurallarına göre fazla yemek, durmadan atıştırmak, başkasının sırasını kapmak, oburluk sayılır, hoş karşılanmazdı.
Ayrıca yenmelerine izin verilen hayvanların kanını içmek ve yumurtalıklarını yemek de haramdı.
Eskiden iftarda pişirilen ve sahurda tekrar ısıtılıp sofraya getirilen pilava 'temcit pilavı' denirdi.
18. yüzyılda adı 's' harfiyle başlayan yedi yiyecek türünün insan sağlığı için yararlı hatta tedavi edici olduğuna inanılırdı
Osmanlı'da zengin tabakadan damat ve gelinin yemesi için gerdek odasına bir tepsi içinde kızarmış kuşlar ve tatlı konurdu.
Eğer gelin, kuşu yemezse bu damattan hoşlanmadığını işaret ederdi. "Her kuşun eti yenmez" sözünün bu âdetten kaynaklandığı öne sürülür.
Yazar Ahmed Rasim'e göre, 19. yüzyılda, orta halli bir ailenin iftar sofrasında şunlar bulunurdu:
İftar açmak için sirkeli yeşil zeytin, yağlı siyah zeytin, susamlı simit, pastırma, sucuk, hünnap, ceviz, reçeller, şerbet, hurma, özel kabında zemzem suyu.