Geçmişten günümüze hayvanlara karşı toplum olarak yakın ilgi gösterdiğimiz bir gerçek. Kimilerini el üstünde tutmuş kimilerini ise olağanüstü değerler atfederek bu sevgiyi adeta kutsallaştırmışız..
İşte onlardan en önemlileri
2/31
"HACI LEYLEK"
Osmanlı toplumu leyleklere "hacı baba, hacı leylek" gibi, Mekke, Medine ve diğer kutsal yerlerden geldiklerini hatırlatan isimlerini verdiler. Göçmen kuşlar her yıl aynı yerlere tünediklerinden yuvalarına dokunulmaz aynen muhafaza edilirdi. Leyleklerin gelişi bütün İstanbul halkı ve başka şehirlerde sevinçle karşılanırdı.
3/31
"BAĞDAT'TAN MI GELDİN?"
Turna kuşu da tıpkı leylek gibi kutlu sayılırdı. Nitekim türküler de, aşık deyişlerinde ondan uzakta bulunanlara haber götürmesi, onlardan haber getirmesi istenir. Turnalar özellikle Alevi-Bektaşi edebiyatında önemli bir figürdür. İstanbul'da turna sürüleri gibi getirilen acemi yeniçeri adayı devşirme oğlanlarını toplamaya da 'turnacıbaşı ağa' görevlendirilirdi: Çağrışa çağrışa Havada turna Bağdat'tan mı geldin Ağzında hurma
4/31
AH AYRILIK!
Acemi oğlanı devşirmeye giden memurlara "turnacıbaşılar" denirdi. Gerçekte turnacıbaşı Saray'da beslenilen turna kuşlarından sorumludur. Devşirilen çocuklar Saray'a ve Acemi Oğlanlar kışlasına "turna sürüleri" gibi geldiklerinden, bu vazife turnacıbaşılara verilmişti. Bu olguda, halk edebiyatı ve halk şarkılarında "turna kuşu" sembolü ile vurgulanan "ayrılık" motifinin ektisi vardır
5/31
YUVASINI BOZMAK UĞURSUZLUK!
Kırlangıçlar da her yıl aynı yere tünemeye geldiklerinden bunların yuvalarını bozmak da uğursuzluk sayılırdı. Anadolu'da evlerin içinde bulunan kırlangıç yuvalarına dokunulmaz; baharda gelişi beklenirdi. Bu özen günümüzde de sürdürülüyor.
6/31
ÇEKİNGEN KUŞLAR
Kumrular çok çekingen kuşlar olduklarından, ancak alıştıkları evlerin pencere önlerinde beslenir, çıkardıkları seslerden benzetme yapılıp, "Üsküdar'a gidelim" olarak anılırdı.
7/31
AĞZI MÜHÜRLÜ KEDİLER
Osmanlı kentleri ahşap yapılardan oluştuğundan, fare ve diğer zararlılara karşı hemen her evde en az bir kedi beslenirdi. Köpeğe göre çok daha temiz olarak görüldüğünden, evin içerisinde bulundurulması, bazı özelliklere dikkat edilmek şartıyla sakıncalı görülmezdi. Kimi kedilerin damağında görülen siyah, yuvarlak formda bir leke sanki Siyam, Ankara, İran, Van kedisi olmak gibi bir asalet, ayrı bir değer ölçüsüydü. Halk arasında ev kedileri için "ağzı mühürlü" olarak söylenegelirdi.
8/31
PEYGAMBERİN EL İZİ
Kedilerin alınlarında, başlarının arkasına doğru uzanan izler, elle geriye doğru okşayarak oluşmuş bir iz gibidir. İşte bu ize "peygamberin el izi" denir. Rivayete göre Hz. Muhammet namaz kılarken, tam secdeye varmak üzereyken alnını koyacağı yerde kocaman bir akrep görür; bu esnada olay yerine gelen kedi bir saniye bile tereddüt etmeden akrebi yakalar ve uzaklaştırır seccadeden. Peygamber ise kedinin başını okşar. Peygamberin okşadığı yerde tüm kedilerde bulunan o iz oluştuğuna inanılır...
9/31
KEDİNİN SIRTI NEDEN YERE GELMEZ?
Bir başka inanınış da kedinin sırtının yere gelmemesidir... Hz. Muhammet'in kedisi namaz kılarken peygambere yaklaşmakta olan yılanın üzerine atlamıştır. Hz. Muhammed'in, akrebi etkisiz hale getiren kedinin sırtını sıvazlayarak elinin değdiği yerlere bereket getirdiğine inanılır. Kedi üzerinde çalışmalar yapan bir çok bilim adamı hala bu hayvanların sırtının yere gelmemesini çözememişlerdir.
10/31
MAHALLENİN BEKÇİLERİ
Ev içinde beslenmesi caiz görülmediğinden, köpekler için sokak başlarında taştan yapılmış su kapları bulunurdu. Her mahallenin köpekleri kendi sınırlarını ve mahalle sakinlerini bildiklerinden, geceleri "Bekçi Baba" denilen ve elinde asası ile dolaşarak sabaha kadar mahallenin güvenliğinden sorumlu bulunan görevliye adeta yardımcı olurlar, şüpheli yabancıları semte sokmazlardı. O dönemlerde geceleri fenersiz sokaklarda dolaşmak yasaktı. Fener yakanlar tutuklanırdı.
11/31
ÖLMEZLİĞE KOŞAN ATLAR ZAMANI
Atın tabiatüstü niteliklerini belirten pek çok inanç mevcut. Bunlar Köroğlu'nun "Kırat"ı, Hazret-i Hızır'ın Boz-Atı, Hazret-i Ali'nin Düldül'ü, Şah İsmail'in Kamer-Tayı da âb-ı hayattan içmiş, ölmezliğe kavuşmuştur. İstanbul'da hastaların şifâ bulmak için götürüldüğü iki "at mezarı" vardır. Bunlardan Karaca Ahmet Sultan'ın atına "vaktinde yürüyemeyen çocuklar", diğeri padişah Genç Osman'ın sevgili atı "Sisli-Kır"ın mezarına "sancılı atlar" götürülür, bu mezarların etrafında üçer defa dolaştırılırdı. Gelibolu'na bağlı Bolayır'da Süleyman Paşa türbesinin yanında çok sevdiği atı da gömülüdür. (Namık Kemal'in kabri de kendi isteği üzerine bu türbelerin yanında yer alıyor)
12/31
KOÇ GİBİ MAŞALLAH!
Hz.Ali, "Allah'ın arslanı" olarak nitelendirilmiştir. Koçun dövüşme gücü de Hazret-i Ali'nin bir vergisi sayılırdı. Koçun ve genel olarak koyun cinsinin, tıpkı geyikler gibi olağanüstü nitelikte "sahip"leri vardır; çobanın gece uyuyup kaldığı zamanlar sürüyü tehlikelerden onlar korur; insan kılığında çobana göründükleri rivayet edilir. Ayrıca Hz.İbrahim'e kurbanlık olarak Koç'un indirilmesi de bu hayvanlara kutsallık atfedilmesine neden olmuştur.
13/31
İYİSİ DE VAR KÖTÜSÜ DE!
Yılanlar kimi hallerde olumlu, kimi hallerde olumsuz olarak değerlendirildi. Yolda yılana rastlamak uğursuz sayılırken, rüyada yılan görmek ise düşmandan zarar geleceğinine işaret sayıldı. Buna karşılık, evin sahibi, koruyucusu, definelerin bekçisi olan yılanlara inanıldı; masallarda, efsanelerde kendilerine iyilik edenleri mükafatlandıran yılanlar vardır. Böyle iki aykırı düşüncenin gelişmiş olmasında; yılanların zehirli ve zehirsiz, zararlı ve zararsız iki cins göstermesi olgusunun da etken olduğu düşünülebilir. Ahşap evlerde rastlanan ve farelerle beslenen yılanlara "uğurlu" sayılıp dokunulmazdı...
14/31
ŞAHMARAN EFSANESİ
Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen doğaüstü yaratıkların başındaki hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık. Farsça yılanların şahı anlamına gelen "şah-ı meran" dan gelir. Şahmeran`a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dişidir...
15/31
AYILAR DEVLETİN KAYITLI MALIYDI
Eski bir teamüle göre ayılar devlet malı sayılırdı. Şehirlerde ayı oynatan Romanlar, ayıları doğal ortamlarından çeşitli yöntemlerle kendileri temin etmiş olmalarına rağmen ayıları devlet malı olarak kendi üzerlerine kaydettirirler ve Hazine'den kiralarlardı. Dolayısıyla ayıların herhangi bir şekilde zarar görmeleri halinde sorumlu tutulurlardı.
16/31
YETİM AYI YAVRUSUNU SAHİPLENDİ
1882 yılında Adana'da doğdu. Ordu Kurmay Başkan Yardımcısı, Kurmay Yarbay Arif Bey, Mustafa Kemal ile birlikte milli mücadele'yi başlatmak için Samsun'a giden 19 kişiden birisiydi. Ordu komutanlığı yaptığı sırada çadırında ayı beslediği için "ayıcı" diye anılan arif bey, 1923'te Eskişehir milletvekili seçildi. İstiklal harbi'nde tümen komutanı olarak görev yapan kurmay başkan yardımcısı yarbay Ayıcı Arif bey, İzmir'de ortaya çıkarılan Atatürk'e suikast girişimine katıldığı iddiasıyla İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı ve asıldı. Arif Bey, 3 aylıkken bulduğu yetim bir ayıyı sahiplenmişti ve hiç yanından ayırmazdı. Bu yüzden ismi 'Ayıcı Arif'e çıktı...
17/31
OSMANLI'NIN GÖZCÜ MAYMUNLARI
Maymunlar sirkleri saymazsak ilk defa Osmanlılar tarafından istihdam edildiler. Bu hayvanların gözleri yaratılıştan keskin olup, uzakları çok iyi gördükleri bilinir. Kuzey Afrika'dan getirilen maymunlar cinslerine göre tasnif edilir, sağlıklı olanları tersane hizmetlerine ayrılırdı. Bilhassa Sultan Beyazıd-ı Veli (2. Beyazıt) devrinden itibaren gemilerde "gözcü" olarak Gelibolu ve İstanbul tersanelerinde özel eğitim ile terbiye edilen maymunlar kullanıldı. Bu maymunlar kalyonlarda seren direğinin üzerine oturtulur, ufuktaki gemileri gözetlerlerdi..
İSTANBULLULARIN GÖZDESİ OLDU
Maymunların Kuzey Afrika'dan alınıp getiriliyor olması, orada yaşayan maymunlara ilgiyi arttırmıştır. Kıtaya gelen denizciler ve tüccarlar tarafından İstanbula da getirilmeye başlandı ve bir süre sonra varlıklı kesimin gözdesi oldu ve evcil hayvanlarına dönüştü. Ancak bir süre sonra ise gözden düştüler...
18/31
GEMİ GÖRDÜĞÜNDE ÇIĞLIK ATARLARDI
Eğer maymun açık sularda bir gemi görürse çığlıklar atıp bütün tayfaya haber veriyor, böylelikle tayfanın yaklaşan bir gemi olduğundan haberi oluyordu. Bu sayede düşman gemisi onları farketmeden önce hazırlıklar yapılabiliyor, savaşılacaksa tayfa kolayca önceden hazırlanabiliyor, eğer savaşılmayacaksa düşman gemisinin geldiği yönün aksine bir tarafa gidilerek, farkedilmeden kolayca yanlarından geçilebiliyordu.
19/31
'GEMİ MAYMUNU GİBİ BAKMA' DEYİMİ ORADAN GELİYOR...
Günümüzde artık unutulmuş olan bir deyimdir. Oturduğu yerde kıpırdamadan saatlerce duran veya elini alnına siperlik edip uzun uzun aynı noktaya bakan kişiler için söylenir. Zamanla bazı atasözü ve deyimler gibi bu ifade de unutulmuş oldu...
20/31
BAHŞİŞ İSTEMEZ İSYAN ÇIKARMAZ!
Yazar İskender Pala, "İki Dirhem Bir Çekirdek" başlıklı kitabında bu hadiseyle ilgili olarak nükteli bir üslupla şunları ifade ediyor: "Gemi maymunlarına, fazla sesi çıkmayan, isyan ve kışkırtmalara iştirak etmeyen, birkaç muz ile akşam sabah hizmet eden; kar, fırtına demeden seren direği üzerinde oturup etrafı gözetleyen ve ucuz iş gücü teminine imkân veren bir tayfa gözüyle bakabiliriz. Üstelik, bir gemide iki tane böyle maymununuz var ise, iki vardiya nöbet hizmeti de tamam olacaktır. En güzeli de gemiyi veya karayı görünce kaptandan bahşiş istemeyecek yahut gördüğünü saklayıp ihanet etmesinden korkulmayacaktır."
21/31
AVLANILMASIYLA FELAKET GETİREN GEYİKLER
Anadolu dağlarında gittikçe azalan geyiğin avlanmasının avcıya felaket getireceği inancı yaşanmış olaylarla da adeta kanıtlanır. Çağımızda derlenmiş birçok efsaneler de geyiklerle beraber yaşayan kadın, erkek kişiler anlatılır. Bunlar bir bakıma, geyiklerin koruyucuları sahipleri sayılır.
22/31
GEYİKLERİN KORUYUCUSU
Afyon bölgesindeki meşhur yatır "Uzun Kız" da geyiklerin çobanı ve koruyucusudur. Geyik avcılarını sakatlıkla, ölümle cezalandırır. Avcı hikayelerine göre avcılar geyiği vuracakları zaman geyik "sır olur" yerinde sakallı, yaşlı bir adam belirirmiş. Bir avcı, dişi geyikleri sağan "peri kızları"na rastlamış, bir başka avcı da bir kayanın çukurunda benzer bir şey bulup yemiş, geyiklerin sütünden yapılan yoğurtmuş meğer bu. Ve adamın ağzı, çenesi yeşile boyanmış, hep öyle kalmış. Ermiş kişilerin geyiklerle ilgilenme geleneği "Geyiklere merkeb ül-evliyâ derler" sözünün de etkisi vardır.
23/31
RESNELİ NİYAZİ VE GEYİĞİ
1873'te Resne'de doğan “Resneli Niyazi Bey”, fırtınalı kısa bir yaşam geçirdi. Harbiye Mektebi'ni bitirip teğmen rütbesi ile 1879 Osmanlı-Yunan savaşına katıldı. Savaşta büyük yararlık gösterip Üsteğmenliğe yükseltildi. Balkanlar'da ayaklanan Sırp ve Bulgar çetecilerle göğüs göğüse çarpışıp büyük şöhret kazandı. Vatanseverliği ve silahşörlüğü, imparatorlukta muazzam hayranlık uyandırdı. Resneli Niyazi, evladı gibi sevdiği bir geyik ile dolaşıyordu.
24/31
BU FOTOĞRAF İTTİHATÇILARIN İKONU OLUR
Resneli Niyâzi, dağlarda bulduğu bu geyik yavrusunu da kendine alıştırarak hürriyet sembolü hâline getirir. Niyâzi bu geyiğe "Rehber-i Hürriyet" adını verir. Bu fotoğraflar kapış kapış satılır. . O sene doğan oğlan çocuklarına umûmiyetle Enver ve Niyazi ismi konur, kızlara ise Meral (geyik). Resneli Niyâzi adına "Neşîde-i Hürriyet" ismiyle marş bile bestelenir Karikopoulo Efendi tarafından....
NOT: 'Geyik Muhabbeti' ile 'Ne şehittir ne gazi boşa gitti Niyazi" sözlerinin çıkış noktası bu olaydır ki, bir başka haberin konusudur.M.Ş.)
25/31
YENİÇERİLERİN MESAİ ARKADAŞLARI
Yeniçeri cemaat ortalarında 71'inci Orta "sekson" denilen cenk köpeklerine bakılırdı. Tazıların eğitiminden 68. Orta, nefer sayısı dört-beş yüz arasında olan 64'ncü Orta zağarlardan sorumluydu. Bu hayvanlar İstanbul'da Tophane sırtlarında bir köpek ağılında barındırılırdı.
26/31
ASKERE ÇIKAN PİDE ONLARA DA VERİLİRDİ
Yeniçeri Ocağı'nda 65. Orta'sının yaya ya da atlı sekbanları padişahın "sekban tazıları" denilen zağar ve tazı cinsi av köpeklerini yetiştirirlerdi. Bu köpeklere "Sekbanlar Fırını"nında pişirilen ve sekbanlara da dağıtılan fodla denilen bir tür pide yedirilirdi. Görevleri Padişah ile birlikte ava çıkmak olan sekbanlar cins bir av köpeği gördüklerinde onu padişah adına satın alarak yetiştirirlerdi.
27/31
DOĞANCILAR'IN İTİBARI
Yeniçeri Ocağı'na bağlı avcı kuşlar yetiştiren Doğancılar daha sonra Enderun halkına dahil edilmişler ve 17. yüzyılın sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
28/31
HOROZUN ÖTTÜĞÜ YERDE KÖTÜ CİNLER OLMAZ
Anadolu'daki yaygın inançlardan bir tanesi de Horoz'un öttüğü yerde kötü cinlerin dolaşmayacağıdır. Bu bakımdan horoz bir anlamda güvenliğin simgesi olmuştur. Bu ilgi günümüzde Denizli ve Gerze horozu tutkunlarıyla devam ediyor.
29/31
"AMAN GELİN HANIM! CANIM GELİN HANIM"
Anadolu'nun birçok yerinde gelinciklerin kendisine (veya eşine çocuklarına) zarar veren kişiyi asla unutmadıklarına inanılır (Özellikle Düzce ve çevre bölgelerde). Zararı dokunan kişiyi görmeseler bile bunu sezebilirler ve ne kadar uzakta olsa da gidip bulurlar. İntikamlarını o kişiye musallat olarak alırlar. Bu yüzdendir ki gelincikle karşılaşıldığında "Hoşgeldin gelin hanım, aman gelin hanım, canım gelin hanım, ne güzelsin gelin hanım, bizim evde fareler var" diye seslenilir... Bu sesleniş sevgiden çok hem bir nevi güvenlik önlemi hem de evde bulunan fareleri adres göstermek anlamındadır...
30/31
"KOŞUMDAN KOŞUMA GÖZLERİNİ ÖPÜN"...
Andolu'da üretim yapıp insan yaşamının devamını sağlayan öküze karşı da büyük bir sevgi beslenir. Bu sevginin en güzel yansıması Pir Sultan Abdal'ın mısralarında kendini belli eder:
Dağdan kütür kütür hezen indirir İndirir de ateşlere yandırır Her evin devliğin öküz döndürür Rençberler hoşça görün öküzü.
Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir hicret esnasında Hira Dağı'nda bulunan Sevr mağarasında kendilerini korumaya almışlardır. Örümcek ve güvercinin kapısında yuva yaptığı mağaraya gelen müşrikler bu görüntü sayesindedir ki, içeride kimse olmadığını düşünerek geri dönmüşlerdir. Bu hadisenin hatırası olarak örümcek ağına dokunmamaya ve bozulmamasına özen gösterilir; güvercinlere de bu yüzden özel bir sempati duyulur...