Türkiye'de her Mart ayının son haftası Kütüphane Haftası olarak kutlanıyor. 53. Kütüphanecilik Haftası'nda geçmişten günümüze 'ayaklı kütüphaneleri' hatırladık.
2/21
EN BÜYÜK ÖZELLİKLERİ
Aynı zamanda 'canlı kitap' olarak nitelendirilen bu kişilerin en büyük özelliği kendilerine yöneltilen soruları anında ve doğru olarak cevaplandırmalarıdır. Onlara göre, ‘kitaba bakarak cevap vermek kabak bağlayarak yüzmeye benzer’.
İşte onlardan sadece birkaçı:
3/21
ÖDÜNÇ KİTAPLARLA KURULAN KÜTÜPHANE
Malum hikâyedir. Dönemin başbakanı, vezir-azam Ahmet Vefik Paşa, dostu Sait Halim Paşa’nın misafiri olur. Şahsi kütüphanesini gezerken birkaç kitabı beğenir.” Bunları bana ödünç verir misin?” der. Sait Halim Paşa da” Hayır veremem. Bunu benden nasıl istersin. Biliyorsun bu kütüphaneyi ben ödünç alıp da vermediğim kitaplarla kurdum. Bu sebeple veremem” diye cevaplar...
4/21
"60 BEYGİR GÜCÜNDE YAZI MAKİNASI"
Vefatına dek 280'i aşkın eser yayımlayan Ahmet Mithat Efendi, Türk edebiyatının gerçek anlamda ilk popüler yazarıdır... En büyük arzusu kitap okuyan bir toplum yetiştirmek olan Ahmet Mithat, halkın dertlerine tercüman olmak, onlara yenilikleri öğretmek kaygısıyla çok sayıda eser verdi. Bu eserleri kendi baskı makinesinde bastığı için, “altmış beygir gücünde yazı makinesi” olarak da anılır. Eserlerinde Avrupa’nın bilim, sanayi ve çalışkanlığını överken Osmanlı toplumunun ahlaki değerlerinin korunması gerektiğini vurguladı. Genç yazarlara destek verdi, dilde sadeleşmeyi savundu, devlete ve dine itaatsizliği, tembelliği, müsrifliği, özentiliği eleştirdi. Ahmet Mithat Efendi'ye aynı zamanda "yazı makinası", "matbaa makinası" denmiştir.
5/21
ALİ EMİR'İ EFENDİ'YE AHLAKSIZ TEKLİF!
Ali Emiri Efendi, İstanbul'un işgal edildiği 1920'li yıllarda garip, garip olduğu kadar da sinsi bir teklifle karşı karşıya gelir. Fransız işgal komutanı bizzat kütüphaneye gelerek, kitaplarını satması için üç bin İngiliz lirası teklif eder. Paris'te bir şarkiyat enstitüsü kuralım, siz de buranın müdürü olun, der. Şartları daha cazip hale getirmek için de "Hem ömür boyu maaş alırsınız, hem de emrinize vereceğimiz Müslüman hizmetkârlarla ve Bolulu aşçılarla rahat bir hayat yaşarsınız" diye noktalar.
6/21
"BUNU DUYMAMIŞ OLAYIM"
Ali Emiri Efendi'nin cevabı adeta tokat gibidir: - Ben bu kitapları milletimin bana verdiği maaşla topladım. Benden sonra bu milletin çocukları onlardan istifade etsin diye hepsini vakfettim. Biz Türkler misafirperver insanlarınız. Teklifinizi duymamış olayım...
7/21
KİTAP İÇİN YANYA'DAN YEMEN'E TAYİNİNİ İSTEDİ
Ali Emiri Efendi'nin bütün benliğini saran kitap aşkı zamanla ihtiras haline geldi. Yanya'da görev yaparken eline geçirdiği Arapça bir kitabın ikinci cildinin Yemen'in başkenti Sana'da bir zatın yanında bulunduğunu öğrenince büyük bir heyecana kapıldı. Onu nasıl elde edebilirim diye kara kara düşünmeye başladı. Sonunda bu kitabı istinsah etmek üzere (kopyasını çıkarmak) Yemen'e gitmeye karar verdi. Babıali'ye bir dilekçe vererek memuriyetinin Yemen’e alınmasını talep etti. Dilekçesi kabul edildi ve adı geçen memlekete tayini çıktı. Fakat tam bu sırada kitabın sahibi, onu satmaya razı oldu. Ali Emiri de yeni atandığı görevinden istifa etti.
(Fotoğrafta Ali Emiri Efendi'nin kurduğu ve Fatih ilçesinde bulunan Millet Kütüphanesi görülüyor)
8/21
EĞER AYAĞIN TEMİZ İSE...
Türk yazar, tarihçi, edebiyat tarihçisi, müzeci ve mutasavvıf ve kitap kurdu İbnülemin Mahmut Kemal İnal, çok renkli bir kişiliktir. Amerika'dan bir grup akademisyen üstadın evinde misafirdirler. Kanuni devrinde yaşamış şairlerden herhangi birisinin el yazısını görmek istediklerini dile getirirler. İbnülemin tercümana "Ayağın temiz mi?" diye sorar. Tabii ki tercüman şaşırır, ayak temizliği ile bir şairin el yazısı arasında nasıl bir münasebet bulunduğunu anlamaya çalışır. O düşünedursun, üstat şöyle seslenir:
-Eğer ayağın temiz değilse şu kanepenin üstüne bir kağıt koy, üstüne bas, üçüncü raftaki altıncı kitabı indir, yirmi beşinci sayfasını aç bak. Aradığın yazıyı orada bulacaksın!
9/21
SADECE KİTABI DEĞİL KÜTÜPHANEYİ OKUYAN ADAM
Tarih profesörü Mükrimin Halil Yinanç için "Kitabı değil kütüphaneyi okuyan" adam denir. Kendisi aynı zamanda hafıza şampiyonudur. Hoca gençlik yıllarında Paris'e gider. Dünyaca ünlü kütüphanelerden biri olan Bibliotheque Nationel'e devam eder. Orada "Nusretname" adında bir kitapla karşılaşır. Bu son derece kıymetli eserden bir tane edinmek için derhal harekete geçer. Fakat iş o kadar kolay değildir. Tek nüsha olan eserin fotoğrafını çekmek, fotokopisini almak, dışarı çıkarmak mümkün değildir. İşte tam bu sırada Hoca'nın dillere destan olan hafızası imdada yetişir...
10/21
OTELLE KÜTÜPHANE ARASINDA MEKİK DOKUR
Her gün 5-10 sayfa ezberleyip akşam kaldığı otele gelip onları kayda geçer. Böylece kitabı tamamen istinsah (kopyasını çıkarma işlemi) etmiş olur. Daha sonra İzmir'de ortaya çıkan tam bir Nusretname ile karşılaştırılınca aralarında hiçbir fark olmadığı anlaşılır. Tabii ki bu durum onun hafıza gücünü bir kere daha gözler önüne serer ve olaya şahit olanları son derce şaşırtır.
11/21
HAMALLAR ONA KÜFE KÜFE KİTAP TAŞIMIŞTI
Muallim Cevdet, sahaflardan çoğu zaman taksitle kitap alırdı. Esnaf onun dürüstlüğünü ve titizliğini bildiği için fiyatı yükseltmez, peşin paraya satıyormuş gibi hareket ederdi. Merhum, satın aldığı kitapları bir hamalın sırtında evine göndermeleri için kitapçılara tembihte bulunurdu. Eğer bir aksilik olur da, aybaşında borcunu ödeyemeyecek olursa, daha önce gelir, durumu kitapçılara bildirir, özür dilerdi. Sahaflar, tarihi değeri olan kitapları onun için saklarlardı.
12/21
ALÇAK GÖNÜLLÜ BİR DEV ADAM
İsmail Hoca tam manasıyla bir bibliyofil (kitap delisi) idi. O, kitap deryasının içinde bulunduğu halde, kitaplara kanamazdı. Sahaflar satamadıkları kitapları, risaleleri ona getirirlerdi. Parası olsaydı, muhakkak ki bütün sahaflar çarşısını satın alırdı. Onun için ilmin tek tarifi, yalnız ve yalnız kitaptı. O kadar mütevazıydı ki, kendi yazdığı makalelere bile başkasının imzasını atardı...
13/21
DARA DÜŞÜNCE "BİR DOSTUMUN KİTAPLARI" DİYEREK KÜTÜPHANESİNİ SATTI!
Nurullah Pertev Bey, bin bir emekle ve büyük bir zevkle topladığı o canım kitapları ömrünün son günlerinde elinden çıkarmak zorunda kaldı. Küçük partiler halinde sahaflara getirip sattı. Bu arada kitapların kendisine ait olmadığını, zarurete düşen bir dostunun olduğunu belirtmekten geri kalmadı. Bütün bir ömrünü aralarında geçirdiği sahaflar da kendisini kırmıyorlar, genellikle istediği parayı veriyorlardı. Yirmi sandık kitabını sahaflarda müzayede ile sattığı biliniyordu. Belli ki son günlerinde mahrumiyet içinde bulunuyor ama durumunu kimseye belli etmek istemiyordu.
14/21
SADECE DERVİŞLERİN DEĞİL KİTAPLARIN DA ŞEYHİ
Cerrahi şeyhi Muzaffer Özak aynı zamanda kitapların da şeyhiydi. Bir gün Sahaflar Çarşısı'nda bulunan dükkanına bir hanımefendi gelir. "Sizde padişah fermanı var mı?" diye sorar. Muzaffer Hoca, asaleti her halinden belli olan bu hanımefendiye birkaç ferman gösterir. Kadın müşteri fermanın fiyatını sorunca, o zamanın parasıyla, altı yüz lira olduğu karşılığını alır. "Yanımda bu kadar para yok" cevabını verir ve tekrar geleceğini söyledikten sonra dükkandan çıkar. İşte tam o sırada biri gelip "Tanıdınız mı, bu hanımefendi Neslişah Sultan'dı" der... Neslişah Sultan birkaç gün sonra yine gelir. Fermanları satın alıp parayı takdim eder. Fakat Muzaffer Hoca, "Aman efendim! Bunlar sizin dedelerinizin, babalarınızın fermanları. Ne diye para alayım?" diye ısrar ettiyse de Neslişah Sultan asla kabul etmez; hatta ucuzlatma isteğini de reddedip, fiyatını öder, fermanı alır...
15/21
KİTAP İSTEYENE CİMRİ ARAŞTIRMACIYA CÖMERT
M. Seyfettin Özege ülkemizde yetişen sayılı kitap âşıklarındandır. Ömrü boyunca topladığı kitapları Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne bağışladı. Bu kitaplar üniversite kütüphanesinin neredeyse yarısını dolduracak (57 bin) sayıdaydı. Kimseye kitap vermemekle beraber araştırma yapanlara elinden geldiği kadar yardım etti.
16/21
HOCALARIN HOCASI SÜHEYL ÜNVER'DEN ALTIN VASİYET
1986 yılında İstanbul’da ahirete göç etti. Vasiyetnamesine şunları yazdı: Beni sakın öldü sanmayın. Bütün hayatımın yaşanmış senesi Süleymaniye Kütüphanesi’nde, Türk Kültürü arşivimle binlerce not ve hatıra defterimin içinde, içindekiler ve resimlerim emirlerinize amade. Ben hayatımda Tanrımın lütfu, büyüklerim, eş ve dostlarımın teveccüh ve dualarıyla cidden bahtiyar bir ömür sürdüm. Darısı dostlarımın başına. Boş vakit geçirmeyip benim gibi her şeyi değerlendirin. İnanın ki diğer insanları bıktıracak kadar çok yaşarsınız. Boş geçen her vakit sizleri ölüme götürür. Acıyın kendinize...
17/21
CEMİL MERİÇ'İN LİMANI KİTAPLARIYDI
"Kimim ben?" diyordu bir yazısında. Kimdi sahi Cemil Meriç? Gözlerini hakikati aramak uğruna kaybetmiş, kıyıcı insanlardan kitaplara sığınmış bir yalnız, okur! Hayatını Türk irfanına adamış bir fikir işçisi, yazar! Kafamıza çakılmış paslı çivileri sökmeyi seven, bize belletilenleri sorgulatan, düşünmeye kışkırtan, cehaletimizi yüzümüze çarpıp, sersemletip sonra yalnız bırakan namuslu bir münevver! Mağarası duvarına vuran akisleri hakikat sanan Türk aydınını çıkışa, ışığa davet eden, Eflatun'un 'mağara metaforunda' bahsettiği gözleri görmez o meşhur yol gösterici… Doğrusu hepsi; bütün bu tanımlamaların toplamıdır Cemil Meriç... Üstat bir başka yazısında şöyle diyordu: “Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim...
18/21
HALKBİLİMİN 40 GÖZLÜ DEVİ...
Sabri Koz, Sivas-Divriği’nin Kırkgöz Köyü’nde doğdu. Annesinin on birinci çocuğu. Uzun yıllar öğretmenlik yaptı. 1987-1997 arasında Feriköy Özel Ermeni Ortaokulu’nda Türkçe öğretmenliği yaparken öğrencilerinden Ermenice harfleri öğrendi. Ermeni harfleriyle Türkçe yazılmış aşıknâmeleri okudu. Hiç boş durmadı, Ana Britannica, Tarih Vakfı İstanbul Ansiklopedisi, Hürriyet Ansiklopedisi’ne katkıda bulunmanın yanı sıra, yayınevlerinde düzeltmenlik yaptı. Türk halk edebiyatının ölmez ustası Pertev Naili Boratav’ın Tarih Vakfı arşivinde görev almak, onun için “hayatının onuru” oldu. Oldukça zengin bir kütüphaneye sahip olan Sabri Koz'un halkbilimine eşsiz katkıları devam ediyor.
19/21
GOOGLE'I KORKUTAN ADAM
Trabzon doğumlu olan tarih araştırmacısı Muhittin Nalbantoğlu yayıncılığın yanı sıra Tercüman, Türkiye, Yeniçağ gazetelerinde yazılar kaleme aldı. Türkiye'de en zengin kitabiyat bilgisine sahip olan kişilerden biridir. İstiklal Marşımızın Tarihi (1961), Kurtuluş Savaşının Kahraman Çocukları (1973) isimli kitaplarının yanı sıra 300'e yakın yayınlanmış çocuk kitabı bulunuyor. Kitaba düşkünlüğü kadar kitabın mülkiyetine sahip olma tutkusu onu zengin bir kütüphane sahibi yaptı. Ayırım yapmaksızın hemen her tür kitabı topladı. Evindeki çalışma masasına ulaşmak için kitap dehlizlerinden dikkatli adımlarla geçmek zorunda kalan Nalbantoğlu için ‘Google'ı korkutan adam’ nitelemesi yapılıyor...
20/21
KİTAP KURTLARINI KİTABINDA TOPLADI
Araştırmacı yazar Dursun Gürlek, "Ayaklı Kütüphaneler" başlıklı kitabında kitap kurtlarını bir araya getirdi.
Gürlek çalışmasında Gelenbevi İsmail Efendi, Mütercim Asım, Kethüdazade Arif Efendi, Hoca Tahsin Efendi, Ömer Hilmi Efendi, Ali Emiri Efendi, Babanzade Ahmet Naim, Muallim Cevdet, Ömer Ferid Kam, İsmail Fenni Ertuğrul, İsmail Saib Sencer, Nurullah Pertev Bey, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Mükrimin Halil Yinanç, Hacı Musaffer Özak ve Ali İhsan Yurt'tan ilgi çekici bilgiler ve anektoda yer verdi.