Molla Zeyrek Camii
İstanbul Fatih'te bulunan Molla Zeyrek Camii, İstanbul fethedildikten sonra bir kilisenin camiye çevrilmesiyle ortaya çıkmış. Caminin şimdilerde park alanı olan arazisine bakan sokakla ilgili pek çok ürpertici söylenti mevcut. Bölgede yaşayan insanlar, park alanının öncelerde bir ahır bölgesi olduğunu söylüyor.
Ahırın içinde ürkütücü bir kuyu varmış, altında ise bir mahzen olduğu iddia ediliyor. Ahıra hayvanlarını bırakanlar akşamları oraya gitmekten korkarlarmış, bunun nedeni ise çığlık sesleri duymalarıymış. Ahırın altındaki mahzenlerin derin bir tünele ev sahipliği yaptığı söylentileri de varmış. Günümüzde park olan bölgeden hala çığlık sesleri duyduklarını söyleyenler var.
Issız Cuma Mezarlığı
Çanakkale'nin Yenice ilçesine bağlı Seyvan ve Çakıroba Köyleri arasında bulunan 'Issız Cuma' cami mezarlığında yaşandığı söylenen sır dolu olaylar tüyler ürperten cinsten. 1335 yılında yapılan caminin etrafında başka bir yapı bulunmadığı için 'ıssız' adı verilmiş. Cami avlusunda bulunan mezarlık ise 680 yıllık.
Mezarlığa defnedilen bir anne ve bebeğinin birbirinden ayrı yapılan mezarları, tanıklara göre her seferinde yeniden birleşmiş.
52 yıl önce bir kız bebek dünyaya getiren Hatice E., doğumun ardından kısa süre sonra hayatını kaybeder. 'Ayşe' adı verilen minik bebek de doğumdan 20 gün sonra hayata gözlerini yumar. Ayşe bebek, annesinin bulunduğu mezarlığa defnedilir. Birkaç gün sonra ziyarete giden yakınları, iki mezarın birbirine birleştiğini görünce şok olur.
Mezarları ayıran aile fertleri, bir sonraki ziyarette mezarların tekrar birleştiğini görür. Bu olay birkaç kez tekrarlandıktan sonra, yakınları anne ve kızın mezarlarını olduğu şekilde bırakmaya karar verirler. Mezarlığı ziyaret edenler de bu ilginç olay karşısında şaşkına dönüyor.
Yusuf Ziya Paşa Köşkü
Başyaverliğinin yanısıra çok zengin bir tüccar olan Yusuf Ziya Paşa, Rumelihisarı'na masallardaki şatolara benzer bir köşk yaptırmak ister. Söylentiye göre o kadar kıskançtır ki güzel karısını kimseler görsün istemiyordur. Bu köşk aynı zamanda eşinin güzelliğine yakışır derecede olmalıydı. 1910'da başlayan inşaat I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ve Yusuf Ziya Paşa'nın ekonomik sıkıntıya düşmesinden dolayı bitirilemez. Eşi de ona ihanet edince kalbi kırılır ve köşkün tamamlanmasını hiç istemez.
Yıllar boyunca köşkün çevresinde yaşayan insanlar köşkün boş katlarında geceleri uzun saçlı genç bir kadının gezindiğini belirtmişler. 1990'lı yıllarda ise köşkün inşaatında çalışan işçiler aynalarda eski elbiselere bürünmüş bir kadın hayaleti gördüklerini, hatta piyano çaldığını işittiklerini iddia etmişlerdir.
129 No'lu Apartman
ddiaya göre 2009 yılında meydana gelen olayda ODTÜ'de okuyan iki kız öğrenci, gece yarısı 01:00 sularında mumlarla bir takım satanist ayinler yaparlar. 129 no'lu apartmanın en üst katında kalan öğrenciler o gece dairelerinde gizemli bir şekilde ölürler. Apartman sakinlerine göre öldükleri gece şiddetli bir deprem olmuştur ve tüm apartmanda eşyalar sağa sola savrulup camlar kırılmıştır.
Malatya'nın Arguvan ilçesine bağlı Kızık köyü
Kızık köyü sakinleri, kutsal olarak gördükleri balıklar için kurban kesiyor, öldüklerinde de dualar eşliğinde köy mezarlığında toprağa veriyor. Evet yanlış okumadınız, balık için kurban kesiliyor ve o balıklar öldüklerinde törenle toprağa veriliyor. 700 yıl önce kurulan köyün içme su kaynağının bulunduğu yerde yapılan havuzlarda beslenen balıklardan 'hastalara şifa, çocuğu olmayanlara da çocuk' dileğinde bulunuluyor.
Balıkların kutsal kabul edilmesinin hikayesi de ilginç: "Zamanında, köy muhtarı içme suyu olarak da kullanılan kaynaktaki balıkları alıp dışarı atmış. Ondan sonra muhtarın oğlu, kızı, hanımı ve kendisi bir yıl içinde vefat etmiş ve ailesinden kimse kalmamış. Bu olaydan sonra balıklar tekrar türemişler. Böylece zamanla gizemine inanan köy halkı için balıklar kutsal olmuş.
Sakarya'daki Büyülü Köy
1921 yılında Sakarya'da yaşanan hikayeye göre bir köyde açıklanamayan olaylar başlayınca köyün 117 hanesi köyden kaçar. İddiaya göre köyü cinÎ varlıklar basmıştır. Sebebi ise Arapçada 'savunucu' anlamına gelen azem büyüsünün yapılmış olmasıdır. Söz konusu hikaye Azem adlı filme de konu edilmiştir.
Anlatılan efsanelere göre, türbenin içerisinden bu takunyaların tıkırtıları duyulurmuş. Hatta türbede görevli olan Veda Pehlivan'ın anneannesi hayattayken kendisini direkt olarak gördüğünü söylermiş. Günümüzde ziyaretçiler yanlarında takunya getiriyorlar çünkü Tezveren Baba'nın ibrikle abdest aldığına inanılıyor.
Harput
Elazığ yakınlarında M.Ö. 2000 yıllarından kalıntılar bulunan antik kent Harput'ta Kamos adındaki kötücül bir varlığın yaşadığına inanılıyor. Söylentiye göre tıpkı karabasan hikayesi gibi yalnız başına uyuyan insanların üzerine bütün ağırlığı ile çöker, onların çarpılmalarına bazen de ölmelerine sebep olabilirmiş. Uykuyla uyanıklık arasında olan insan onu hisseder ama kurtulmak için hareket edemezmiş.
Geceleri dolaşan bu yaratık anlatımlara göre bazen iri yarı, bazen de cüce görünüşlüdür. Başında daima bir börk (hayvan postundan yapılan başlık) taşır. Bir insan bu börkü kapmayı başarırsa elinde börk büyüklüğünde altın kalacağına inanılır. Zaman zaman kara kedi şeklinde de görülebilen kamosun bastığı kişi, kanının çekilip damarlarının kuruduğunu sanırmış.
Yokuştan yukarıya yapılan bir fayton yolculuğunun ardından korulukların içerisinde oldukça uzun bir yol yürüyüp tepeye ulaştığınızda, harabe hâline gelmiş kalıntılar, garip bir bahçe kapısı ve ayakta kalan bir enkaz çıkıyor adeta karşınıza. Adada yaşayan insanlar evin perili ve lanetli olduğuna inandıkları için yıllardır mekana yaklaşmıyorlarmış bile, özellikle geceleri evin yakınlarına gitmek adeta yürek istiyor.
Geçmiş zamanda zindanlara hapsedilen önemli esirler arasında bir pagan da bulunmaktaymış. Fakat herkes onun Avrupa devletlerinde üst düzey devlet görevlisi ya da casus olduğunu düşünüyormuş. Ve bu yüzden ona türlü işkenceler yaparak konuşturmaya çalışıyorlarmış. Pagan ise bedenini acıya karşı eğitmiş olduğundan acı hissetmiyormuş. Ve haliyle de ne işkencecilerin istediği itirafları yapıyor ne de acı çektiğini belirten çığlıklar atıyormuş. Her geçen gün dozu artan işkenceye fazla dayanamayan pagan ölmeden önce Latince'ye benzer kelimeler fısıldayarak bir şeyler söylemiş ve öldüğü anda cesedi eriyip gitmiş.
Haberi kulaktan kulağa yayılan paganın zindanda bulunan bütün insanları lanetlediğine inanılıyor. O zamandan beri Yedi Kule Zindanları'nda bazen çığlıkların ve hatta Latince'ye benzer bir lisanda söylenen sözlerin yankılandığı ve o çığlıkların da ruhları zindanlara hapsolmuş işkencecilere ait olduğu söyleniyor.
"1981 yılındaki Anadolu gezim sırasında Kastamonu yakınlarındaki bir türbenin öyküsü dikkatimi çekti. Türbenin yakınındaki gecekondulara yol açmak için bir buldozer getirtmişler. 'Türbeyi yıkıp başka bir yere daha iyisini yaparız' demişler. Buldozerin türbeye her yaklaşışında motor durmuş. Aracı bir türlü çalıştıramamışlar. Ardından insan gücünü denemişler. Kazmalarla işe girişmişler. Kazmalar toprağa saplanıp kalmış. Bir türlü çıkarılamamış. zorlayınca da sapları kırılmış.
Ben inançlı biri olduğum için gidip orayı ziyaret ettim. Dua okudum. Niyetim türbenin fotoğraflarını çekmekti. Birçok fotoğraf çektim. Bir de kendimi türbenin önünde çekeyim dedim. Ankara'ya döndüğümde çektiğim fotoğraf film banyo edildi. Hayretle gördüm ki kendimi çektiğim fotoğrafta çevremde yaygın bir ışık alanı oluşmuştu . İkinci gidişimde de aynı durumu yaşadım, hala bilimsel açıklamasını bulamadım."
İncirli Caddesindeki Tarihi Ahşap Ev
İstanbul İncirli caddesindeki bu tarihi ahşap evde 70'li yıllardan beri gizemli olayların yaşandığına dair bir efsane var. Mahalle sakinleri arasında bu efsaneyi duymayan kalmamış. İddiaya göre ev beş saniyeliğine ortadan kaybolup tekrar geri geliyormuş. Bazıları bu olaya tanıklık ettiklerini söylese de çoğuna göre asılsız bir iddiadan ibaret.
Davutlu Köyü
Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesine bağlı Davutlu köyünde yaşandığı iddia edilen Karadedeler olayını duymuş olmanız kuvvetle muhtemel. Söylentiye göre, 1989 yılının bir gününde köylüler hava karardıktan sonra cinî varlıklar görmeye başlarlar. O günden sonra belli bir süre köy halkı evden dışarı adımını atmazlar.
Bu olay gazetelerde yayınlanınca işin aslını öğrenmek için bir gazeteci köye gider. Gazetecei H.B. köylülerle röportaj yapar, herkes de varlıkları gördüğünü iddia eder. Ancak ne var ki 11 gün boyunca sıradışı bir şeye rastlanmaz. Gazeteci, kamerasını 14 yaşındaki bir çocuğa bırakıp köyden ayrılır. Paranormal bir şey olursa çocuk kayıt altına alacaktır.
Üç gün sonra H.B. jandarmalar tarafından göz altına alınır. Sebebine inanamaz. Köydeki üç ayrı evde yedi kişi parçalanarak öldürülmüştür, kamerayı verdiği çocuk da dahil. 3 Şubat 1989'da bir ormanda H.B.'nin giysileri ve not defteri bulunur, kendisinden bir daha haber alınamaz. H.B.'yi sorgulayan jandarma ise yıllar sonra bunalıma girerek intihar eder.
Büyükada Rum Yetimhanesi
Olay, başından geçen arkadaşın anlatımıdır.
İstanbul'da yaşarken akrabalarım veya kız arkadaşım şehir dışından beni ziyarete geldiğinde, eski İstanbul'u göstermek adına hep Büyükada'ya götürmüşümdür. Çünkü oradaki bozulmamış tarihi doku, sokaklarda araba olmayışı, hala ulaşımın 1800'lü yıllardaki gibi faytonla oluşu çok hoşuma gitmekteydi.
Oraya gidenler bilir, faytonlarda tur seçenekleri vardır. En uzunu büyük turdur. Tüm adayı baştan sona gezdirir. Neyse bu turda yerleşim yerinden uzaklaşıp adanın arka tarafından dolaşıldığı için ıssız, ormanlık ve patika bir yoldan gidilmektedir. Oradan geçerken tepenin üstüne yapılmış, devasa bir ahşap malikane gözüme ilişmekteydi. Faytoncuya bunun ne olduğunu sorduğumda ise, 'Rum yetimhanesi' cevabını verdi. Sonra da binayla ilgili soru sorduğumda:
"Evin Osmanlı zamanında Rum Patrikhanesi tarafından yapıldığı, erkek çocuk yetimhanesi olarak kullanıldığı ve 1960'tan beri kapatılıp kullanılmadığı, oraya ulaşmanın çok zor olduğu, araba ve fayton yolu olmadığı, 45 dakikalık ormanın içinden yürüme mesafesiyle ulaşabilmenin mümkün olduğunu" söyledi. Ben de meraklanıp biraz daha sordum. Dediğine göre kendisi bizzat şahit olmamış ama bazı arkadaşları bazı olaylar yaşamış. Bazıları macera olsun diye, bazıları meraktan, bazıları da sırf manzara görüp içmek için oraya gitmiş.
Çoğu da özellikle evin içerisindeyken bahçeden gelen çocuk sesine çok takılmış. Çünkü bu ses o kadar netmiş ki halüsinasyon olmadığına çoğu yemin ediyor. Eve yol olmadığı için evdeki eşyaların çoğu çıkartılmamış, mobilyaların çoğu ve yetim olan Rum çocuklarının kayıt dosyaları, pijama parçaları hala evde durmaktadır. Hatta salonunda bir piyano bile varmış.
Evin dışarısındayken çığlık sesleri akşamları daha belirgin hale geliyormuş. Bu, ada sakinleri tarafından bilindiği için genelde giden olmuyormuş. Evin bu denli sıkıntılı olmasının sebebi ise, zamanında yetim çocukların orada çok zulüm çektiği, bir dönemde ise binanın bir cephesinde yangın çıkması sonucu evde oluşan panikte bazı çocukların yanarak öldüğü ama bunlardan en acıklısının bahçeye çıkan bir çocuğun oradaki kuyuya düşüp sesini kimseye duyuramadan orada ölüme terkedilmiş olmasıdır.
Özellikle bahçeden gelen çocuk sesinin sebebi kuyuda ölen çocuk olmasına bağlanıyor. Adadaki hangi esnafa sormuşsam hepsi aynı cevabı vermekteydi. Olayı yalanlayan kimse olmadı. Aynı zamanda size ilginç bir bilgi; bu bina şu an dünyanın en büyük 2. ahşap yapısı. Bir gün adaya yolunuz düşerse büyük tur yapın ve bu binayı mutlaka görün. Ama tavsiyem 45 dakikalık orman patikasını kullanıp ta oraya çıkmayın. Faytoncular bile tavsiye etmiyor yakından görülmesini.
Antalya'daki Paranormal Apartman
Antalya'da 16 dairenin bulunduğu cinli, perili olduğu iddia edilen binadaki daireler ne satılıyor, ne de kiraya verilebiliyor. Yıllar boyunca merak konusu olan bina kimine göre bir yatır üzerine yapılmış, kimine göre ise evde yaşayan bir kız cinnet geçirerek annesini öldürmüştür.
Geçmişte binada oturanlar sabah uyandıklarında kendilerini banyoda yatar vaziyette buluyor, kapılar pencereler nedensiz oynuyor ve geceyarısından sonra garip sesler duyuyorlarmış. Altında bulunan markette çalışanların dediklerine göre raflardaki ürünler sık sık yer değiştiriyor veya düşüyormuş. Sabah geldiklerinde depodaki kolileri takla atmış şekilde buluyorlarmış.