Yazıya Ramazan ayının dünyamıza, İslam âlemine ve ülkemize hayırlar getirmesini, barışa ve kardeşliğe vesile olmasını dileyerek başlamak istiyorum. Bizim sevinçte ve tasada birlikte olmamızdan, bunları paylaşmamızdan daha doğal ne olabilir, değil mi? Zaten hepimiz de ailelerimiz tarafından ekseriyetle bu terbiyeyle yetiştirildik. Evet doğrusu, iyisi, insanın eğilimli olduğu ve çok şükür çoğumuzun benimsediği bu ilk paragraftaki duygulardır.
Ankara, mevcut koşullar altında Kuzey Suriye’de bir devlet oluşturulmasına müsaade etmeyecek iradeye ve imkâna sahip. ABD’nin PYD’ye verdiği silahlara rağmen Ankara, yine ilk fırsatta PYD’ye müdahale etmeli. Türkiye, kendi iradesini kabul ettiremezse başka iradeleri kabul etmek zorunda kalır ki, bunu şu sıralar hiç istemeyiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mayıs ayındaki yoğun diplomasi trafiğinde AB de önemli dosyalardan birisiydi. Cumhurbaşkanı’nın AB liderleriyle yaptığı görüşmeler, AB-Türkiye ilişkilerine dair yeni bir vizyon ihtiyacını ortaya çıkardı. “Bir yıllık takvim” ifadesiyle Türkiye’nin AB, AB’nin de Türkiye serüveninde yeni bir arayış, şartların bir daha zorlanması söz konusu.
Muhafazakârlar kapitalistleşemez mi? Bu soruyu soranların veya açıkça sormasa da üstü örtük bir biçimde ileri sürenlerin ‘muhafazakârlık esnaf ideolojisidir, neden orada kalamayıp sınıf değiştiriyorlar’ dediklerinin farkında olmak lazımdır. Bu tür sorular, modernleşme, kalkınma, kapitalistleşme gibi olayları anlamayan, bununla ilgili ekonomik dinamikleri, sosyolojik süreçleri açıklayacak teorik meselelerden uzak olanların ileri sürdüğü iddialara dayanmaktaydı.
NATO toplantısının elle tutulabilir tek sonucu Trump ve Donald Tusk’ın Ukrayna konusunda benzer şeyler düşündükleri konusunda anlaşması olmuş. NATO toplantısına katılanlar Trump’ın inanılacak bir kişi pek olmadığı ve de ABD’nin NATO liderliğinin de havada kaldığı sonucuna varmışlar. Gidişat ise Putin’in beğendiği yöne doğru! Hadi hayırlısı!