Yaklaşık 99 değişik şekilde kriptalardan (Eski Roma'da Hristiyanların gizlice ibadet ettikleri taş oda) oluşan bu mezarlık, arkeologlar tarafından 14. ve 16. yy'a ait oldukları söylense bile bazılarının 12. yy'a kadar uzandığına dair bilgiler bulunuyor.
Yer üstü Kriptaların bölgede yaşamış zengin ailelere, yeraltı kriptalarının da yoksul ailelere ait olduğu söyleniyor. Bölge sakinleri sevdiklerini kıyafetleri ve değerli eşyalarıyla birlikte gömmüş. Kripta mezarların bazılarında yeraltı odaları bulunurken bazıları iki ve üç katlı olduğu biliniyor. Ailesi olmayan veya bölgeye sonradan gelenler için de ortak mezarlar bulunuyor.
Ölüler Şehri'nin hikâyesi, bölge tarihinin de bir parçasını içeriyor. 17. ve 18. yy'da bölgede yayılan veba salgını. Burada araştırma yapan uzmanlar ve arkeologlar, hastalığa yakalanan bölge sakinlerinin başkalarına bulaştırmamaları adına burada yaşadıklarını ve zamanla karantina bölgesi görevi gördüğünü de açıklıyor.
Arkeologlar kriptaların içinde bazı bedenlerin tekneye benzeyen ahşap tabutlarla birlikte yanlarında küreklerle gömüldüğünü ortaya çıkarmış. Bazı tarihçiler eskiden yaşayanların cennete ulaşmak için bir nehri geçmesi gerektiğine inandığından kaynaklandığını söylüyor.
Birçok ziyaretçi gibi çok iyi korunmuş olan bu ortaçağ mimarisini görmek için gelen tarihçi Luidmila Gaboeva "Buranın güzelliğine gelen insanlar sonsuz ölüm korkusuyla barışa ve huzura ulaşıyorlar" diyor. Ayrıca köyün yakınlarında yaşayan yerel halk burada hâlâ gizemli olayların yaşandığını ve çocuklarının buraya ziyaret etmemesi konusunda uyarılarda bulunuyor.
Bir teoriye göre 13. yy'da yaşanan Moğol-Tatar istilası sırasında yaşanan kıtlık sorunu neticesinde vadide yaşayan yerlilerin alanı korumak yer üstü yapıları yaratmaya başladığı söyleniyor.