Herkes gözünü dört açmış günümüzün Akhilleus'unun, ABD'nin yara alan topuğuna bakıyor, yaranın derinliğini, ciddiyetini, ABD'nin zırhının bu yaralanmayı niye önleyemediğini tartışıyor. Oysa tek bir yara söz konusu değil, ABD birbirinin acısını artıran üç farklı yaradan mustarip: Irkçılık, liberalizm ve Trump.
Sebep zırhında açıkta kalan tek hassas noktasına yani topuğuna aldığı küçücük bir ok yarasıdır. Homeros’un Akhilleus’un ölümünü yazdığı günlerden bugüne, Akhilleus’un hikayesi güçlü aktörlerin küçük krizlere ne kadar hazırlıksız yakalanabileceğini, bu krizlerden nasıl zarar göreceğini göstermek için anlatılıp duruyor.
Dolayısıyla herkes gözünü dört açmış günümüzün Akhilleus’unun, ABD’nin yara alan topuğuna bakıyor, yaranın derinliğini, ciddiyetini, ABD’nin zırhının bu yaralanmayı niye önleyemediğini tartışıyor.
Nihayetinde hem ticaret savaşları içerisinde hem de Covid-19 salgını nedeniyle yaptıkları suçlamalarla karşılarına aldıkları Çin’de Mao’nun, ABD’yi yağmura ve rüzgâra dayanıksız kâğıttan bir kaplan olarak gördüğü hala hatırlanıyor.
ABD’de, Çin, Rusya vb rakipler ve rakiplerle girilecek mücadelenin sebep olacağı maliyet ortada yokken dahi “demografik savaş senaryolarından” bahsedenler vardı. Dolayısıyla ABD’nin bugün yine, yeniden görünür hale gelen “ırkçılık sorunu” yeni bir mesele değil ve sadece beyaz ırkın üstünlüğüne inanmakla da sınırlı değil.
ABD’deki ırkçılık sorununun ten rengi meselesi olduğunu düşünüyoruz çünkü son yıllarda özellikle siyah, Latin, Müslüman karşıtı hareketlerde kameralara gülümseyerek beyazların üstünlüğüne inananların işaretini yapanların sayısı arttı.
Özelikle siyahi hareket siyasallaşıp bu ayrımcılıkla mücadele etti. Temel hak ve özgürlükler elde edildi. Ancak Amerikan rüyası sadece hak ve özgürlüklerle sınırlı değildi, ulaşılabilir arzu nesnelerinin sembolik bütünlüğüydü (iki kat Lakancı bir bakış açısıyla bakınız; rüyanın kendisi ulaşılmazdı ama sembolleştiği nesneler ulaşılabilirdi).
Güzel bir ev, güzel bir mutfak (-ki bu tutku 2008’de Mortgage krizini tetikledi), güzel büyük bir araba, iyi para getiren bir iş, bu işi getirecek eğitim, güzel çocuklar, güzel bir mahalle. Kısaca Cosby Ailesi klişesi. Sorun şuydu ki, Amerika’nın renklileri bu güzel mahallelere, güzel evlere, iyi işlere ulaşmakta sorun yaşıyorlardı.
Pozitif kotalar, pozitif ayrımcılık kültürel çeşitliliği bir düzeyde sağlıyordu ama krizler gerçekte Amerikan rüyasının sadece bazı mahallelerle sınırlı olduğunu gösteriyordu. Katrina kasırgası vurduğunda ve yaklaşık 2000 kişi ölüp 200 bin kişi göçtüğünde ölüp gidenlerin çoğunlukla yoksul ve siyahi olduğu fark edildi.
Protesto gücüne gelince; Floyd protestoları 1960’larda olduğu gibi Vietnam benzeri bir dış politika kriziyle koşut gitmiyor, sorumlu polislerin yargılanması talebi dışında temel haklarla ilgili bir talebi yok protestocuların. Eşit olmak istiyorlar ama bu eşitliğin nasıl sağlanacağıyla ilgili siyasi bir gündemleri yok.
ABD’nin Liberalizm ile bir sorunu var ve bu da kanayan ikinci yarası. Bu durumu hiçbir şeyden anlayamıyorsak, Realizmin güçlü isimlerinden biri olan John Mearsheimer‘ın 300 küsur sayfa Liberalizmin yarattığı yanılgılar ve dolayısıyla Liberalizm hakkında kitap (The Great Delusion) yazmasından anlıyoruz.
Mearsheimer, ABD’yi liberal küresel düzenin koruyucusu ve müdahale edicisi yapan liberal halüsinasyondan Soğuk Savaş sonrası başa geçen Demokrat, Cumhuriyetçi tüm başkanları sorumlu tutuyordu ama biliyoruz ki küresel sorumluluklardan çekilme konusunda Cumhuriyetçi gelenek çok daha rahat karar alabiliyor.
Ancak sorun şu ki, karşılıklı bağımlılık ilişkilerinden çekilmek, oyunu bırakıyorum demek kadar basit değil. Çünkü attığınız her korumacı adım, bugüne kadar Amerika’nın sırtından geçinmekle suçladığınız rakip ve müttefiklerinize zarar verdiği kadar Amerikan ekonomisine de zarar verme potansiyeline sahip.
Dolayısıyla ABD, bu olası zararları telafi edecek cezayı rakip ve müttefiklerine kesebileceği son derece saldırgan bir korumacılığı benimsedi ki, bu saldırganlık ABD’nin askeri, finansal ve üretici ve tüketici olarak Dünya ekonomisindeki gücü kullanılarak art arda çıkartılan krizlerde kendini gösterdi.
Bu krizler kimi zaman vekiller aracılığıyla (Katar krizi, PYD terör koridorunun desteklenmesi, Küre ittifakı, petrol fiyatları krizi) çıkarıldı, kimi zaman da bizzat ABD’nin askeri ve parasal gücü yaptırım silahına dönüştürülerek (İran krizi, Venezuella krizi, Rusya ve Çin ile yaşanan gerilimler, Almanya ve Türkiye’ye yönelik ekonomik sıkıştırmalar vb) çıkarıldı.
ABD’nin Kovid-19 salgını süresince politikası, Trump’ın ekonomiyi açma konusunda mutlak yetkiye sahip olduğunu iddia etmesinden insan bedenine dezenfektan enjekte etmeyi önermesine doğru gittiğinden ve bu arada 100 binden fazla insan öldüğünden Washington’da bir şeylerin ters gittiğini herkes görebiliyor.
Trump’ın meşhur kilise konuşması/fotoğrafının bir parçası olmaktan Savunma Bakanı’nın memnun olmadığı bir mektupla kamuoyuna duyuruluyor. ABD Genel Kurmay Başkanı Washington DC’de Ulusal Muhafızları denetlerken, aynı Genel Kurmay Başkanı kuvvet komutanlıklarına gönderdiği bir yazı ile ordunun Anayasayı ve Anayasal hakları koruma yeminini hatırlatılıyor.
Eski Genel Kurmay Başkanı Mike Mullen açıkça Trump’ın politikalarına karşı köşe yazıları kaleme alıyor. Eğer tüm bunlar Potomac nehrinin kenarında değil, çöllerde ya da kıtanın güneyinde Latin Amerika’da yükselen beyaz bir sarayın etrafında geçseydi yorumcular “ordu müdahalesi”, “post-modern darbe”, “asker mutsuz” türevi başlıklar atan haberler aktarırlardı.
Ama diyeceksiniz ki tüm bu yaralara rağmen Akhilleus ayakta. Gerçek hayatta devler masallarda ya da destanlarda olduğu kadar kolay yıkılmaz. Hatta gerçek hayatta tüm bu yaralar kanarken yani ABD’de yaşam koronavirüs ve Floyd gösterileri nedeniyle dururken Amerikalılar televizyonda SpaceX’in uzaya fırlatılışı izlerler.