• $32,5324
  • 35,0168
  • 2329.38
  • 9079.97
9 Ocak 2012 Pazartesi 01:30 | Son Güncelleme:

Türkiye'de yükselen dindarlığın yanına bir soru işareti konulmalı

Türkiye'de yükselen dindarlığın yanına bir soru işareti konulmalı

Satır arası...Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy'un iki yıl önce bu göreve getirilmesi özellikle Dışişleri Bakanlığı dışından yapılan bir atama olması nedeniyle bir hayli dikkat çekmişti. Gürsoy'un büyükelçiliğe atanma sürecinde adı önce felsefe profesörü olması, ardından da yaşadığı dönemin önde gelen mutasavvıflarından Kenan Rifai'nin torunu olması nedeniyle haberlere konu oldu ve şeyhlik yakıştırması yapıldı. Kendisiyle İstanbul Ortaköy'de uzun bir sohbet gerçekleştirme imkanı bulunca hem Türkiye'de din ve dindarlık; hem kendisinin aile geçmişi, hem de Vatikan-Türkiye ilişkilerini konuştuk. Aşağıdaki söyleşinin bir siyaset bilimci ile değil, felsefe profesörü ile yapıldığını dikkate almakta fayda var. Çünkü kendisinin ufuk açan yorumlarının iyi anlaşılması için satır aralarının gerçekten dikkatle okunması gerekiyor. Büyükelçi Gürsoy'un Vatikan ve Türkiye ile ilgili değerlendirmelerini ise yarın yayınlayacağız.

Vatikan Büyükelçisi Kenan Gürsoy 'Türkiye harikulade bir labaratuvar. Ama laboratuar olmak gelişmenin mutlaka olumlu yönde olması anlamına gelmiyor. Eğer dinle şekilperestliği karıştırırsanız, menfaatler alanı olarak görürseniz, ideolojileştirirseniz, din adına yabancılaşıldığını görürsünüz. Ülkede mutlaka yükselen bir dindarlık var. Fakat bu yükselen dindarlık kavramının yanına bir de soru işareti konulmalı'diyor


Şenay YILDIZ/ senay.yildiz@aksam.com.tr
Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy'un AKŞAM'a yaptığı yorumlar şöyle: 

- Kapitalizmle beraber dönüşen ve ilerleyen çağdaş yaşam düzeni insanların dinle ilişkisini nasıl etkiliyor sizce?
Ben bir felsefeci olarak din denince daha çok etik noktaya, nazara bakıyorum. O bakımdan dinlerin sekülarizmin belli bir noktasında insanlardaki maneviyatçılığın doldurulması adına orada beklediğini görüyorum. Ama bizim ona yaklaşım şeklimiz o dinlerin bize katacaklarının nasıl olacağını da belirleyecektir. Yani çok yanlış şeylere sürükleyebileceği gibi, bir tür kültürel gelişmeyi de sağlayıp, daha derin bir hayatı da size sunabilir. Siz dinleri kategorik, fanatik bir çerçevede seyreder ve dinlerin benimsenmesi işini kategorik, fanatik ve cehaletle ele alırsanız çok büyük felaketler doğurabilir. Bu nedenle, her dini geleneğin kendi içindeki ana barışçıl mesajı yakalamak mecburiyetinde olduğumuzu düşünüyorum. Bunun Türkiye açısından değerlendirilmesi de çok anlamlı olur.

MENFAAT ALANI
- Türkiye'de dindarlık ve muhafazakarlaşma süreçlerine bakınca ne görüyorsunuz?
Şu anda Türkiye'nin harikulade bir laboratuvar olduğunu görüyorum. Ama laboratuvar olmak gelişmenin mutlaka olumlu yönde olması anlamına gelmiyor. Çünkü eğer dinle şekilperestliği (şekilcilik) karıştırırsanız, dini katı bir gelenekçilik içine gömerseniz, bir tür menfaatler alanı veya hakim olanlar ve hakim olunanlar arasındaki savaş yeri olarak görürseniz, dini ideolojileştirirseniz, dinin etik ve estetik hücrelerini gözden ırak tutarsanız burada din adına yabancılaşıldığını görürsünüz. Ülkede mutlaka yükselen bir dindarlık var. Fakat bu yükselen dindarlık kavramının yanına bir nida, yani bir ünlem ve bir soru işaretinin konmasının da gerekli olduğunu düşünüyorum.

AHENK PRENSİBİ
-  Neden? Bir şekilciliğe kayış ve yabancılaşma mı var?
Evet, burada böyle bir şey olabilir diye düşünüyorum. Bakınız, nerede dini tecrübe varsa, orada farklılıklar vardır. Bu topraklarda özellikle 12-13. yüzyıldan itibaren farklılıklarla bütünleşilen, farklılıklarla birlikle ahenk kazanan bir İslamiyet'in olduğunu görürsünüz. Eğer dini yaşayışı tek biçimci hale getirir ve 'Ancak şöyle olur' derseniz, bu dindarlığın dindarlık olmaktan çıkacağını görürsünüz. Çünkü o farklılıkların bu birliğin yaşaması bakımından önemi vardır. Bir ahenk prensibidir dindarlık. Farklılıklarını bilip, kendisi olarak bu topluma katılmaktır dindarlık. Özellikle İslamiyet'in bu toplumsal tarafının öneminin altını çizerek bunu ifade ediyorum. Fakat toplumsallık tek biçimlendirmek değildir, toplum adına şahsiyetten ayrı kılınmak değildir. Özellikle kendi özgürlüğünü hiçe saymak hiç değildir. Bir insan özgür olmalıdır ki, bağlanabilsin. 

-  Ne kastediyorsunuz?
Felsefe yapacak olursak buradan çıkamayız. Temel prensipler etik olarak ele alınırsa, kendilerine bağlanılan ve onların karşısında kendimizi sorumlu hissettiğimiz prensiplerdir. Dini prensipler de eğer etik olarak anlaşılacak olursa, karşısında sorumluluğu olan özgür bir bireyi gerekli kılar. Eğer bunu ihmal ederseniz gerçek dindarlık tecrübesi olmaz. Dini tecrübe eğer insan gerçekten ruhu itibarıyla özgürse mümkündür. Genel anlamda toplumda dindarlıktan çok farklı bir şey anlaşılıyor. Yani tek biçimcilik, içindeki hayatiyet öldürülmüş... Bulunduğumuz kültürün hakim dini olan İslamiyet'ten bahsedildiği zaman özellikle bu özgürlük çok gerekli. Ve bugün İslam'ın temel prensipleri, temel erdemlerinin, etik açıdan yeniden değerlendirilmesi gerekli. Burada bir çalışmaya ihtiyacımız var. 

-  Muhafazakarlık ve dindarlık başa baş gibi bir algı var. Her muhafazakar dindar mıdır?
Dindarlık kelimesini hangi manada kullandığınızla alakalıdır. Her muhafazakar dindar değildir. Bunları ayrı ayrı değerlendirebilirsiniz. 'Her ahlaklı insan dindar olmak mecburiyetinde midir?' diye de sorabilirsiniz. Yani bir dindar için onun ahlaklılığı dinden kaynaklanır. Ama ahlaklı olmak için mutlaka herhangi bir dinin saliki olmak gerekmiyor. Pekala, insanlar dindar olmaksızın da ahlaklı olurlar. İslamiyet insanlara 'Putlarınızı kırın' diyor. Eğer putları kıramıyorsanız bunlar ideoloji olabilir, bulunduğumuz toplumun o ana ve o mekana ilişkin değerleri olabilir... Çoğu zaman dindarlıkla bunu karıştırıyoruz. Dindarlığın şekil kalıpları olabilir, şan olabilir, şeref olabilir, mevki olabilir, para olabilir... Bütün bu putlarınızı kırmazsanız, hakiki manada dindarlığı anlayamazsınız. Bunu bize İslamiyet söylüyor. Yani zihninizde ve ruhunuzda böyle bir temizleme hareketini yapmazsanız, hakiki manada ulaşamıyorsunuz. Sizin eğer bir temel ahlak nosyonunuz yoksa bunu idrak etmeniz mümkün olmayacaktır. Yoksa bir robot olarak yaşıyor ve bir şekilperestlik olarak dini algılıyorsanız, bundan çıkışınız yoktur.

Kültürler hümanizması
- Dünya dindarlaşıyor diye düşünüyor musunuz?
Dinlerin ve dindarlığın çokça gündeme geldiği bir yer olarak görüyorum. Gerçekten dinler 50 yıl öncesine nazaran bugün  çok daha fazla kendilerinden bahsettiriyorlar. Fakat acaba dinlerle olan bu büyük alaka gerçek manada dindarlığı bize yakalatıyor mu? Buradan ne çıkacak onu bilemiyorum. Arap Baharı'nın sonucunda ne olacak, bilmiyorum. En büyük korkum din adına çatışmalardır. Halbuki tam tersine her farklı olan yorum kendi geleneğinin içinde sakladığı evrensel mesajı fark edebilirse ötekine sunacağı ve ötekini kendisi ile kucaklayabileceği temel prensipleri fark etmiş demektir. Bu prensiplerin üzerinden bir gelenekler hümanizması, kültürler hümanizması çıkabilir. Yani kültürleri gelenekleri kaybetmeden onları temeldeki ana prensipleri itibarıyla yaşayışları itibarıyla evrimleştirmek.

Cemaatler ve mezhepler kendilerini din zannediyor
- Cemaat yapılarına nasıl bakıyorsunuz?
Ben cemaat yapılarını çok anlamıyorum. Cemaatlerin ne kadar cemaat olup olmadıklarını da bilmiyorum. Ben farklılıkları içinde barındıran çok geniş ve her bir farklılığın yekdiğerinde, kendini seyredeceği bir ayna bulduğunu düşünen bir genel bir İslam, bir dindarlar topluluğu düşünüyorum. Ama siz cemaatten kendi içine kapalı, kendi hiyerarşisini sadece o alanda kurmuş bir yapıyı anlıyorsanız bunun İslam'ın kastettiği geniş Müslüman topluluk olmadığını düşünüyorum. Cemaat yapısını nasıl buluyorsunuz diye soruyorsanız, Türkiye'deki algılayışı da söylüyorum.

ÇATIŞMA ENDİŞESİ
-  Evet, Türkiye'yi soruyordum aslında ben...
Türkiye'de cemaati, cemaatliliği ve cemaat olmayı; hatta mezhebi din olarak algılamak gibi bir problem var. Bu çok yanlış yaşanıyor diye düşünüyorum. Bakın bir mezhep, din değildir! Dolayısıyla Sünnilik olabilir, Alevilik, Hanefilik, Caferilik olabilir. Bunlar din değildir. Hıristiyanlıktan farkımız da budur. Hıristiyanlık mesela Katolikliği bir Hıristiyan dini olarak alır. Yani Hıristiyan dininin bir yaşayış biçimi olarak bir yorum biçimi olarak almaktan daha da ötede bir din olarak ele alır. Hıristiyanlara göre Katoliklik bir dindir. Ama bize göre Müslümanlıkla içinde bulunulan mezhep karıştırılmaz. 

-  Neden?
Çünkü mezhep o duruma, o coğrafyaya, o zamana göre yapılan çok kapsamlı bir yorumdur. Siz bunu dinin kendisi zannederseniz, o zaman bu İslamiyet olmaz. Yaşamak adına bir yol olabilir, bir metot olabilir bir açıklama tekniği olabilir, bir hukuk sistemine temel olabilir, bir kelam görüşüyle bütünleşebilir fakat bu din değildir. Din çok daha kapsayıcıdır ve özellikle temeldeki o insanın insan olmak bakımından kendi fıtratıyla ilgili bir tecrübesini dile getirir ve bunun toplum hayatına aksedişiyle de ilgilenir. Ama dini tek bir yoruma indirgerseniz böyle bir şeyi ortadan kaldırırsınız demektir. Bu tehlike geliyor. Yani Arap Baharı ile gündeme gelen bu konular arasında, mezhep çatışmacılığı ayak sesleri duyuluyor. Suriye'de, Irak'ta Mısır'da bazı Arap ülkelerinde Suudi Arabistan'da ve İran'da.

Ben şeyh değilim!
-  Kenan Rifai'nin torunu olmanızdan dolayı, size yapılan bir şeyh yakıştırması oldu. Biraz aile geçmişinizi anlatır mısınız?
Türkiye maalesef kendi kültürüyle ilgili büyük bir kayıtsızlığa sahip. Kullandığı kavramları da, ele aldığı, eleştirdiği veya yücelttiği o insanları, durumlarını da bilmiyor. Benim babam da Cumhuriyetin ilk hukuk profesörlerinden biridir. Ama ben o büyükbabanın torunuyum. Büyükbabacığım 1867 yılında doğmuş, Galatasaray Lisesi'nin ilk mezunlarından biridir. Osmanlı maarif dünyasının çok etkin insanlarından biridir. Osmanlı coğrafyasında şimdi ülkemiz haricinde bulunan pek çok yerde veya dahilinde bulunan pek çok yerde maarif müdürlükleri yapmıştır. Meşrutiyet döneminde Bilimsel Araştırmalar Konseyi üyesidir, Darüşşafaka Lisesi Müdürü'dür. Aynı zamanda tasavvufla uğraşan alanda ilerlemiş bir şahsiyettir. Hala okunmakta olan Mesnevi yorumlarından birinin sahibidir. Onun torunu olmaktan iftihar ediyorum. Ama bunun sanki bir gericilik timsaliymiş gibi basına aksetmesi beni rencide etti.

- Şeyhlik yakıştırması da yapılıyor...
Şeyh değilim. Çünkü kendisi 1924 yılında tekkeler ve zaviyeler kapatıldığında bu kararın yanlış bir karar olmadığını ifade etmiş, tekkelerin dergahların bir gün belki de akademiler olarak açılacağını; sanatla, felsefeyle, bilimle ilgili çalışmalar yapılmasının uygun olduğunu söylemiş bir insan. Kendisi benim de fikriyatımın, dindarlığımın temelini oluşturur. Ama neden birileri bu tarz yaklaşımlarda bulunarak birilerine -üstelik de siyasi sonuçları olacak şekilde- mesajlar vermektedirler bilmiyorum. Ben bir felsefeciyim. Üstelik fena bir felsefeci de olmadığımı düşünüyorum.

Yarın: 
- VATİKAN'DA NASIL BİR TÜRKİYE VE LAİKLİK ALGISI VAR?  
-  BATI'DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ'NIN KAYNAĞI NEDİR?

 

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı
Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Murat Kurum, BAYKAR'ı ziyaret etti: Türkiye'nin geleceğine olan inancım arttı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı
Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Diyarbakırlı Saliha Gündüz'ün Başkan Erdoğan sevgisi: O anları 24 TV'ye anlattı

Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür
Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür

Belçika'dan terör provokasyonlarına ilişkin açıklama: PKK Avrupa'da tanınmış bir terör örgütüdür