Türkiye’nin Şah Fırat Operasyonu, bölgede olduğu kadar bütün dünyada geniş yankı yaptı. Batı basınında meselenin değerlendirilişi biçimiyle, bölge ülkelerinde ele alınışı arasında belirgin bir fark olduğu ilk bakışta görülmektedir. Meseleye içeriden bakanlar arasında yer alanların, bilhassa muhalefet partilerinin ve hâkim medya korosunun tavrı oldukça ilginçtir. İlginçtir, çünkü İran resmi ajansının görüşüyle daha düne kadar “Türkiye, İran olmayacak” diye ortalığı yıkanlar aynı görüşte buluşmuş bulunmaktadırlar. Koalisyon sadece bunlar arasında değildir. İsrail ve elbette ki Suriye’nin ayakta durmaya çalışan BAAS diktatörlüğü de bunlarla aynı noktada buluşmuş durumdadırlar. Koalisyona bakar mısınız: İsrail, İran, Suriye, Rusya, muhalefet partileri ve egemen medyanın “demokratikleşme sürecinden” rahatsız olan sözcüleri… Bir anlamda Türkiye şah deyince, mat olanlar koalisyonudur bunlar.
Batı basınında meselenin kendi ciddiyeti içinde ele alındığını, Türkiye’nin bölgedeki muhtemel gelişmelere, yeni olaylara karşı yeni politik tavrının bir parçası olarak değerlendirildiğini belirtmek gerekir.
Politik olarak ön almak
Burada bu operasyonun yapılmaması gerektiğini savunanların veya karşı çıkanların ileri sürdüğü fikir aslında şu anlama gelmektedir: ‘Süleyman Şah Türbesi yerinde kalmalı, IŞID veya PYD vb. buraya saldırdığında, Türkiye bu saldırıya karşılık vermek üzere doğrudan savaşın içine çekilmekte tereddüt gösterilmemelidir’, bu nasıl bir mantık!
Operasyonun doğrudan doğruya Suriye coğrafyasında meydana gelen yeni durum ve Türkiye’nin bölgede yeni güç dengelerini, yeni olayları gözeterek aldığı bir kararın neticesi olduğunu tahmin etmek zor değildir. Bu husustaki muhtemel gelişmeleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
Bir, bölgedeki terör örgütleri IŞİD ve PYD vb.leri arasında yeni bir çatışma eğilimi söz konusu olabilir ve bu çatışmanın tarafları veya bunların arkasındaki uluslararası servisler Türkiye’yi kendi siyasetleri doğrultusunda etkileme çalışması içine girmiş olabilir.
İki, Türkiye’nin sürdürdüğü “çözüm sürecine” karşı Suriye coğrafyasında örgütlenmiş unsurlar üzerinden, barış karşıtı bir eylem ve yeni bir yapılanma arayışına girildiğine dair çalışmaların yapıldığı, Kandil’dekilerin bu işin
içinde olduklarına dair haberler, yeni bir tavır almayı gerektirmiş olabilir.
Tarihin ironisi
Suriye’de süren iç savaşın, özellikle BAAS Rejimi’nin yol açtığı katliam ve istikrarsızlığa karşı yeni bir politik tavır alınası gerektiği konusunda, yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır. Suriye’deki rejim devam ettiği müddetçe bölgede istikrarın mümkün olmadığı, bunun IŞİD vb. terör örgütlenmesine zemin hazırladığı Batılı koalisyon güçleri tarafından da kabul edilecek bir aşamadan geçilmektedir. Terör örgütlerinin birbiriyle çatıştırılarak veya biri desteklenerek ne barış ne de istikrar sağlanabilecektir.
Netice olarak, söylenmesi gereken şudur; Türkiye bu operasyonla Suriye’deki devletin meşruluğu olmadığını bir kere daha ortaya koyarken, yeni durumda kendisine karşı kullanılabilecek, kendi iradesine rağmen hiçbir oldu-bittiye fırsat vermeyeceğini göstererek, uluslar arası topluluğa kendi politik tavrını bağımsız bir şekilde sürdüreceğini, “operasyon yemeyeceğini” söylemiş olmaktadır.
Lozan’da Musul’un kaybedilmesini alkışlayanların, bugün Suriye’de “toprak kaybedilmiştir” diye feryat etmesine ise, sadece tarihin ironisi diyebiliriz.