Darbelerin, müdahalelerin birbirini kovaladığı yıllarda, daha yakın zamanlara kadar Türkiye’den ABD’ye giden cumhurbaşkanlarının, başbakanlarının ABD başkanları tarafından nasıl karşılandığı, daha da önemlisi görüşmelere kaç dakika ayırdığı tartışılırdı. Hatta resmi açıklamalarla “görüşmenin 13 dakika sürdüğünü söyleyenlerin yanlış bilgi verdiği, aslında görüşmenin 17 dakika gibi uzun bir süreye yayıldığı” belirtilirdi.
Hatırlamaya çalışalım, daha yakın bir zamanda, Başbakan Ecevit’in ABD Başkanı’yla görüşmesinde Başkan Clinton laubali bir şekilde kanepeye dayanmış haldeyken, rahmetli Başbakan’ın duruşunu gösteren fotoğrafı yayımlandığında kıyamet kopmuştu.
Şimdi durum değişti mi? Eski Türkiye’de böyle oluyordu, ya yeni Türkiye’de? Şimdi başbakanlar, cumhurbaşkanları ABD’de nasıl karşılanıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ABD ziyareti, oradaki görüşmeleri nihayet Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma ve yemek salonunda konulan son noktaya şuradan bakmaya çalışalım. Türkiye’nin coğrafyadaki yeri değişmediğine, başta ABD olmak üzere diğer Batılı devletlerin Türkiye’ye karşı ilgileri ve tutumları neden değişmiştir? Türkiye’nin bugünkü konumunu en üst düzeyde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrında nasıl açıklayabiliriz?
Meseleye birkaç açıdan bakmak mümkündür: Birincisi; Türkiye eski Türkiye değildir. Türkiye ne 1. Dünya Savaşı’nın galipleri karşısında “Lozan psikolojisi” ile yaşayan bir ülkedir ne de Soğuk Savaş’ın içine kapattığı, ‘Batı’nın ileri karakolu’ olan bir ülkedir. Batı karşısındaki ezikliğini ‘Batılılaşma’ ideolojisiyle aşmak gibi çelişkileri yaşayan “geleneksel iktidar elitlerinin” dışarıya karşı teslimiyetçi ve uysal davranırken; kendi halkına karşı “devlet zırhına bürünmüş” saldırgan ve baskıcı tavrı artık söz konusu değildir.
İkincisi; bütün ihraç ürünleri fındık, fıstık, üzüm gibi tarım ürünlerinden ibaret olan, doğru dürüst sanayi üretimini bilmeyen, IMF desteğiyle ayakta kalmaya çalışan bir ekonomiden, büyüklüğü yaklaşık 1 trilyon dolara doğru yürüyen, artık sanayi ürünleri ihracatçısı olan ekonomiye sahip bir ülke söz konusudur.
Üçüncüsü; “dışarıya karşı kedi, kendi halkına karşı sırtlan” kesilen eski politik kadrolar, militarist ideolojiden beslenen “iktidar elitleri” demokrasi sayesinde mağlup edilmiş, toplumsal desteğini halktan alan yeni bir siyaset anlayışı yükselmiştir.
Dördüncüsü; kendi kültür coğrafyasını yok sayarak, Batı’ya koştukça Batı tarafından ancak “ikinci sınıf bir müttefik” olarak görülen bir ülke tablosu yaratan dış politika anlayışından, şahsiyetli, kendi coğrafyasına ve tarihine saygılı bir dış politika anlayışına sahip bir ülke mevcuttur. Bu nedenledir ki bu ülke, bugün Kuzey Irak’la asrın petrol anlaşmasını yaparken Irak’ın bütünlüğünü, İsrail’e karşı bölgesel barışı, Suriye’de Baas rejimine karşı özgürlüğü, Mısır’da demokrasiyi savunan “bağımsız Türkiye”dir. Bu sebepledir ki Türkiye’ye karşı terör örgütleri yeniden kışkırtılmaya çalışılmakta, devlet içinde örgütlenmiş “paralel çete” kullanılmaktadır.
Beşincisi; kim hangi tavrını eleştirirse eleştirsin, en zor ve kritik zamanlarda tavır koymayı, ayağa kalkmayı bilen, risk alan, “adam gibi duran”, temsil ettiği milletin “tarih bilinciyle” hareket eden, milli tavır koyabilen bir Cumhurbaşkanı söz konusudur.
Dün ‘One Minute’le tarih önünde, devlet terörü uygulayan İsrail’in vahşetini teşhir eden Başbakan Erdoğan, bugün Cumhurbaşkanı olarak, halk düşmanı, darbeci, eli kanlı Sisi’yi de aşağılamakla kalmamış, Batı’nın demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi değerler konusunda gösterdiği “ikiyüzlü tutumunu” açığa vurmuştur.