Müttefiklerimizin teker teker maskelerinin düşmesine şahit oluyoruz... Nerede o eski müttefiklik ilişkilerimiz! Hani 1963’te Türkiye, Kıbrıs’ta katliama maruz kalan Türklere yardım etmeye kalktığında bir mektup yazarak dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün şaşırmasına, hiddetlenmesine sebep olup o ünlü ‘yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır’ sözünü söylemesine yol açan tehditler içeren ‘Johnson mektubundan’ bahsediyorum. O İsmet İnönü ki, Lozan Antlaşması’nı imzalayan, ‘ülkenin geleceğini Batı’ya bağlı olmakta’ gören, şaka değil ‘Batı’ya inanarak, güvenerek’ dış politikayı oraya endeksleyen bir siyasetçidir.
“Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Türkiye’nin kaderini Batı’ya bağımlılıkta görmesine, Batı sisteminden gelen tehditlere karşı, o sözü söylemiş olmasına rağmen hiçbir şey yapamamıştır. Ne yeni bir dünya kurulmuş ne de orada yer almaya girişilmiştir. Türkiye, Batı’yla girdiği bütün müttefiklik ilişkilerine yani NATO’ya, IMF’e, Dünya Bankası’na, o zaman AET olan Avrupa’ya kayıtsız şartsız teslimiyetçiliği ifade eden dış politikaya üstelik ‘Atatürk’ün dış politikası’ diyerek bağlı kalmıştır.”
Kafesteki ülke
Sadece İsmet Paşa’ya mı? Süleyman Bey’e yapmadıklarını bırakmazlar. Türkiye ihtiyacı olan alüminyum tesisini kurmak için Batı ne teknoloji ne kredi vermeye yanaşır, farklı nitelikli demir-çelik ihtiyacını karşılamak için de benzer zorluklar çıkarırlar, enerji üretimi için gerekli krediyi de Batı’dan alamayınca Başbakan Demirel, Sovyetlerle bir dizi ekonomik anlaşmalar imzalar. Arkasından saldırılar arka arkaya gelecektir. İsimlerinin önünde ‘sosyalist’, ‘devrimci’ gibi sıfatlar bulunan gençlik ve öğrenci örgütleri sokakları doldurup, fabrikaları işgal etmeye, sonra terör eylemlerine yönelirler. Mesele açıktır, ‘NATO’cu subaylar gençlerle el-ele devrim’ yapmak için harekete geçmişlerdir. 9 Martçılar ve 12 Martçılar aynı adamlardır fark sadece NATO karargâhındakilerin neyin, kiminle yapılmasıyla ilgili tercihlerindedir.
“1974’te uluslararası anlaşmalara rağmen, Kıbrıs darbeci Yunan subayları, onların adadaki unsurları tarafından, işgal ve ilhak ettirilmeye kalkınca Türkiye uluslararası hukuka göre adaya müdahale edince müttefikimiz Batı ayaklanır, ABD Türkiye’ye ambargo uygular. Türkiye’deki Batıcılar ‘yanlış yapıldığını’, ‘Kıbrıs’ta ne işimiz var diyerek’ eleştirirler, onlara göre ‘Türkiye ambargoyu hak etmiştir.’”
Süleyman Bey, bütün ‘Morisson Süleyman’ iddialarına rağmen Batılı müttefikleri memnun edemez. 12 Eylülcüler de onu Başbakanlıktan indirerek, sistemin karargâhının talimatlarını yerine getirirler: Yunanistan NATO’nun askeri kanadına, Türkiye’yi daha sonra tehdit etmek üzere, yine Türkiye’nin onayıyla dönecektir.
Başka bir dönem
Türkiye’nin Batıcıları durumdan rahatsız olmazlar, korkuları ülkenin Batı yörüngesinden ayrılması, kendi ifadeleriyle ‘eksen değiştirmesidir’. Onların endişesi, Türkiye NATO’ya, AB’ye, Dünya Bankası politikalarına, IMF’in yıllarca denetiminde uygulamaya sokulan, ülkeyi kalkındırmayan büyüme politikalarına, AP’nin siyasi tavsiyelerine (talimat mı demeliyim?) kayıtsız şartsız uymaktan vazgeçme ihtimalidir. Bunun için onlar AB üyeliği sürecinin uzatılabildiği kadar uzamasına, bağımlılık ilişkilerini sürdürme imkânı olarak bakarlar.
“Evet, şimdi korktuklarının hepsi gerçek oluyor. Türkiye IMF’in, Dünya Bankası’nın ekonomiyi bir krizden bir başka krize sürükleyen istikrarsızlık yaratan ‘istikrar politikalarına’ son vererek, IMF’e borçlarını ödeyerek, ekonomide büyümenin yolunu tutmuş bulunmaktadır. Ülkenin düşmanı terör örgütlerine, TIR’lar dolusu silah yardımı yapan ABD, buradan kaçan terör örgütü mensuplarına ev sahipliği yapan Almanya gibi müttefiklerin(!) ve diğerlerinin maskeleri düşüp gerçek yüzleri ortaya çıkmaktadır. Türkiye, Rusya, İran, Çin, Hindistan gibi Asya ülkelerine açılarak, Batı’ya tek yönlü bağlanmanın meydana getirdiği engelleri aşmak için Avrasya’da kendine yer açacak şekilde ilerlemeye devam etmektedir.” Kuş kafesten çıkmıştır.