Hep birlikte tanık olduk, hiç kimse inkar etmeye kalkmasın inandırıcı olmaz; bu cinayete gözü, vicdanı olan, insanlığını kaybetmemiş herkes şahit olmuştur. Geçen 17 Haziran’da KCK çatışmasızlığa son verdiğini açıkladığında, arkasından 15 Temmuz’da ‘halk savaşı’ ilan edildiğinde olay başlamış, cinayet işlenmiştir.
Bugün Sur’dan Şirnak’tan, Cizre’den gelen her sivil ölüm haberi, her şehit cenazesi bu cinayet kararıyla yürürlüğe girmiştir. Bu kararı verenler Kandildekiler miydi, onların arkasındakiler miydi? Bu soruları tartışmanın artık bir önemi kalmamıştır.
7 Haziran seçim sonuçlarına ve Suriye’de PYD’nin BAAS rejimi desteğinde ele geçirdikleri zemine bakanlar, bunlara güvenerek halk savaşı ilan etmişlerdir. Kontrol ettikleri topraklarda etnik-ideolojik temizlik yapmaya girişerek, burada yaşayanlara Türkmen, Arap, Kürt demeden hayat hakkı tanımayarak ‘artık Türkiye’de barış içinde kazanılacak bir şey kalmamıştır’ diyerek, ülkenin en büyük toplumsal barış projesine saldırmaya karar vermişlerdir.
Kimin kararı?
Bu kararı verenler, Suriye’de yaptıklarını bu defa Türkiye’de yapmaya kalkışmışlardır. Kendilerine destek vermeyen başta Kürtler olmak üzere; herkesi ‘devrimci halk savaşı’ diye başlattıkları katliam hareketiyle, her kasaba ve mahalleden sivil insanları evlerinden, yurtlarından sürüp çıkararak, öldürerek, şiddet kullanarak fiili bir işgal ve ele geçirme operasyonu başlatmışlardır.
PKK’nın bu eylemleri yaparken, bu cinayetleri işlerken kendi halkına ve ülkesine ihanet ederken önünde iki hedef vardır. Bunlardan biri, bu saldırılardan bir netice elde edilemeyeceğini örgütün kendisinin de öngördüğünü varsayarak diyebiliriz ki; terör saldırıları, çözüm sürecini bozarak, Türkiye’nin istikrar içinde gelişmesini engellemek maksadıyla yapılmıştır. İkincisi, bütünüyle Suriye ve BAAS rejimiyle ve bu rejimi ayakta tutmak, bu ülkenin geleceğinin belirlenmesinde söz sahibi olmak için mücadele eden yabancı servislerle ilgilidir. Kısaca PKK’nın barışa ihanet ederek tekrar kanlı terör yoluna dönmesinin asıl sebebi; BAAS ve onun yanında yer alanların güdümünde onlara destek vermektir ve bu maksatla Türkiye’ye karşı saldırıya geçmişlerdir. Dikkat edilirse aslında her iki hedef de iç içedir.
“Burada soru ‘bu terör örgütünün siyasi uzantılarının ne yapmaya çalıştıklarıdır?’ Bu grubun örgüt karşısında bağımsız bir kişiliğinin olamayacağı bugün açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu örgütün Stalinist Türk solu geleneğinden gelen ‘otoriter itaatkar’ dıştan kontrollü kişilik yapısını doğuran mekanizmasının standart bir davranış biçimi yarattığı, bunun da kaçınılmaz bir biçimde örgütün ‘cinayetlerini savunmaya ve haklılaştırmaya dönük bir dil ürettiği’ açıktır. “
Tarihe tanık olmak
Bu mekanizmanın işlemesinde entelektüel gerilik, anti demokratik zihniyet dünyası, totaliteryan ideolojik kalıplar içindeki fanatizm gibi birçok faktörden bahsetmek mümkündür. Dolayısıyla bu tür yapılar eleştiriye açık olma, çoğulcu düşünme gibi zihni parametrelere sahip olmadıklarından, eleştiri diye ideolojik kalıp suçlamaları, yargı-infaz mekanizmalarını harekete geçirdikleri için, siyasetçilerin içinden bu vahşete karşı çıkabilecek, muhasebe yapabilecek özgüven sahibi aydın tavrını ve cesaretini beklemek boşunadır.
Terör örgütünün siyasi çizgisi, cinayeti gördüğü halde gördüğünü inkâr etmek bir tarafa, kamufle etmeye, örtmeye ‘böyle bir şey yok’ demeye çalışırken, bunu bir görev olarak yapan bir anlayıştadır; böylece akılları sıra bu karartma politikasından bir çıkış bulmaya çalışmaktadır. “Toplum cinayeti gördü, katilleri tanıyor boşuna uğraşmayın. Dışarının desteğiyle, dışarının gücüyle içeride bir şey yapmak isteyenler, 1 Kasım’dan bir şey öğrenmemişlerse yapılacak fazla bir şey kalmamıştır.”