Hayır, Suriye’de ‘yanlışlıkla yapıldığı’ söylenen rejim güçlerine dönük son hava saldırısından söz etmeyeceğim; çünkü biliniyor ki bir avuç coğrafyayı elinin içi gibi tanıyan, bırakınız yeni teknolojilerle elektronik gözetleme yapmasını, karış karış her köşesini bilen bir ülkenin, böyle bir yanlış yapması Fırat Kalkanı operasyonundan sonra tesadüf olamaz.
Batı sisteminin ‘Türkiye’yi Ortadoğu’dan dışlayan siyaseti’ stratejik bir yaklaşım olarak benimsemesi ve bunu bütün müttefiklik iddialarına rağmen uygulamakta ısrar etmesi karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Doğu açılımını’ bu defa Suriye üzerinden yeni bir siyasete dönüştürmesi başta ABD olmak üzere Batı sisteminin önemli aktörleri açısından kaygı verici bir duruma yol açmıştır. Bir anlamda, stratejik hamle üstünlüğünü elde eden “Türkiye’nin DAEŞ, PKK/PYD terör örgütlerinin bu ülkede belli bölgelerde kurduğu hâkimiyet alanlarına karşı bir mücadele başlatması ve bu topraklardaki terör yapılanmasını söküp atarak tasfiye etmeye girişmesi, Batı’nın terörle mücadele ediyoruz gerekçesiyle yaptığı bütün kirli ittifakların çökmesine, anlamsızlaşmasına yol açmıştır.”
Terörle işbirliği yapmak!
PKK/PYD, Demokratik Güçler Koalisyonu gibi adlarla kamufle edilmeye çalışılan terör yapılanmaları ile yapılan ittifakların DAEŞ’le mücadele adı altında Suriye’nin kuzeyinde etnik bir siyasal oluşum iddiasıyla PKK/PYD’ye tahsis edilmek istendiğini bilmeyen kalmamıştır. Bu durumda ABD’nin Türkiye başta olmak üzere bütün muhataplarına ne söylediğinin merak edilecek bir tarafı yoktur; ABD fiili bir durum yaratıp PKK/PYD yönetiminde bir terör yapılanmasına 21. yüzyılda Stalinist bir devlet kurma işine girişmektedir!
Elbette mesele bu şekilde ortaya koyulunca, şu soruların akla gelmesi anlamlı olacaktır: 1. ABD kapitalizmi neden Stalinist bir örgüte devlet kurdurma arayışına girebilir? 2. ABD liberal demokrasinin dünya şampiyonu olma iddiasından vazgeçerek, bir çeşit Kuzey Kore örneğindeki gibi baskıcı otoriter bir yönetim modeli kurma iddiasının peşinde koşan katliamlar yapan bir terör örgütüne nasıl destek verebilir? 3. ABD stratejik müttefik olarak tanımladığı bunca yıllık NATO ittifakı içinde yer alan Türkiye’ye karşı bu kadar kolay nasıl tavır alır? 4. Hiç değilse lafzi düzeyde de olsa bunca yıl ABD emperyalizmine küfrettirilerek şartlı reflekse tabi kılınmış PKK/PYD çevrelerinde ABD işbirlikçiliği nasıl bu kadar kolay hazmedilir? 5. En önemlisi Batı sisteminin diğer mensupları, çeşitli ülkelerin siyasetçileri, aydınları, kamuoyları uluslararası hukuk normlarına göre de terör örgütü olarak tanımlanmış PKK ile işbirliğini nasıl kolayca kabul etmektedirler?
Bütün bu soruların Batı sistemi açısından bir anlamı bulunmamaktadır, çünkü Batı sistemi büyük bir kriz içerisindedir ve küreselleşme dalgaları bu sistemin yaşadığı krizi derinleştirdikçe bu tür bütün sorular anlamsızlaşacaktır.
Batı’nın başka çaresi var mı?
Batı sisteminin en büyük sorunlarından biri uluslararası siyasette yeni düzenleyici mekanizmalar üretememesidir. Batı sistemi 1.Büyük Harp’ten sonra dünya siyasal sistemini düzenleyecek çeşitli platformlar, çeşitli kurumlar ihdas ettikten sonra özellikle 2. Savaş’ın ardından ABD merkezli dünya sistemi kurulurken belli bir dönem etkinlik sağlayacak düzenleyici kurumlar inşa etmekte hiç de sorun yaşamamıştı. NATO, Dünya Bankası, OECD, IMF, AET, DTÖ gibi örgütsel ağın yükselişini, düzenleyici gücünü ve pratik etkinliğinin bilhassa ‘küresel önceki dönemdeki’ rolünü hatırlayalım.
Bugün bunların hepsini işlevsizleştiren yeni bir dönemin içinden geçilmektedir. Batı sisteminin Ortadoğu siyasetindeki yanlışları, düzenleyici gücünü kaybetmiş ‘eski dünya sisteminin’ müdahale araçlarıyla sorun çözmeye kalkışmasıdır ki, bu hem dünya barışını tehlikeye sokmaktadır hem de terörün küresel bir sorun halini alması gibi bir tehdide yol açmaktadır.