Yaşanan her olaydan sonra basına yüklenmek adet oldu. En yüksek rütbelisinden en düşüğüne tüm devlet erkanı birer uzman medya eleştirmeni haline geldi. Hangi konuya girilmez, ne yazılmaz, hangi fotoğraf kullanılmaz en iyi onlar biliyor.
1. Adeta gazetecilik masterlılar... Gazetelerin, köşe yazarlarının neyi yanlış yaptığını biliyor ama özeleştiri yapamıyorlar! 'Olağanüstü hallerde, kriz anlarında ağzımızdan çıkanlar nelere sebep oluyor' diye bir endişe taşımıyorlar.
Oysa haller içler acısı.
Buyrun son Afyon faciasından sonra yapılan açıklamalara beraber göz atalım...
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel'den kafalarda oluşan soru işaretlerini gidermesi, sorulara cevap vermesi beklenirken o; 'Her şey ortada. Konuşmayacağım. Yazan yazıyor zaten' dedi.
Bakan Veysel Eroğlu; 'Maalesef 25 şehidimiz var. Zaman zaman olabiliyor böyle kazalar. Pakistan'da, Hindistan'da da oldu. Bu takdiri ilahidir' dedi.
Bölgeye gelen Genelkurmay Başkanı Özel'i hediyelerle karşıladığı için 'böyle bir günde ne hediyesi' eleştirileri alan Afyon Valisi İrfan Balkanoğlu; 'Ziyaretimize gelen tanıtım potansiyeli olan popüler kişilere lokum, sucuk gibi ürünlerden hediye ediyoruz. Amacımız tanıtım yapmak. Genelkurmay Başkanımız popüler bir isim, çevresi geniş. Bir yere o kilimi koysa, biri de 'Nereden aldınız' diye sorup Afyon'a gelip satın alsa fakir insanlar nasiplenecek. Hayat devam ediyor. Bir acımız varken buna ara mı verelim?' dedi.
Bu 'nazik' hediyeleşmeyi eleştiren medyayı hem Necdet Özel hem Vali Balkanoğlu eleştirdi. Haberi yapanlara çok 'kırıldıklarını' belirttiler.
Anlayacağınız tüm yaşanan tuhaflıklar içinde, her şeyin tek suçlusu medyaydı. Haber verme özelliğini yitirene kadar da böyle olacak gibi görünüyor.
Diğer yandan 'gözbebeğimiz' olan 'kuruluşlar' da var tabii.. Onlar da 'Namaza giden asker ölümden kurtuldu' başlığı atarak değerine değer katıyor...
***
Aklı olanın medyanın haberlerinden çok 'yetkililerin' sözlerinin halkta galeyan duygusu ve endişe uyandırdığını anlamaması mümkün değil. Evlatları, yakınları ölen vatandaş 'takdiri ilahi' cevabına tahammül edebiliyor mu?
Peki herşeyi bir yana bırakıp 'tanıtım peşinde koşan' Vali ne his uyandırıyor?
Yaşananlara dair söyleyeceklerini bekledikleri Genelkurmay Başkanı'nın 'Her şey ortada söyleyecek bir şey yok' demesi umut kırmıyor ama medyanın haberleri veriş biçimi kırıyor öyle mi?
Esas mesele;
Bunca yaşanan facianın ardından geriye sadece devlet erkanının yaptığı talihsiz açıklamalar ve medyanın neyi haber yapıp yapmayacağı tartışmaları kalıyor.
Afyon'da cephaneliğin patlamasına neyin neden olduğu geri planda kalıyor.
Büyük ihtimalle yakın geçmişte yaşadığımız bir çok örnekte olduğu gibi Afyon'da yaşanan da belirsiz kalmaya mahkum olacak gibi görünüyor.
Nevin'in bebeğini evlat edinmek...
Geçen hafta 'Adınız Nevin, eniştenizden hamilesiniz...' başlığıyla bir yazı yazmıştım.
İki çocuk annesi bir kadının kocasının eniştesi tarafından defalarca tecavüze uğraması ve cinnet geçirip cinayet işlemesine kadar yaşanan süreci anlattım.
Nevin tecavüzcüsünden hamileydi 'Ölürüm de doğurmam' diyordu.
Kürtajın sözkonusu olmadığı açıklandı. Çünkü hamilelik süresi yasal kürtaj süresini aşmıştı. Yani Nevin 'o' bebeği doğuracaktı.
Yazıdan sonra onlarca mail aldım. Hiç çocuk sahibi olmamış, olamamış okurlar 'o' bebeği evlat edinmek istiyorlardı. Evlat sevgisinden mahrum, çocuk sahibi olmak isteyen bireyler evlat edinirse 'o' bebeğin de hayatı kurtulur, kaderi değişir diyorlardı.
Açıkçası ben de aynı fikirdeyim. Nevin'in doğumu ve sonrasında yaşanacak sürecin de takipçisi olacağım. Eğer Nevin 'tamam' derse, 'o' bebeğin 'sağlam' bir aileye verildiğinden emin olmak isteyeceğim!
Not: Evlat edinme prosedürleri ve yasal süreç hayli sıkıntılı. Ama Nevin'in bebeğine bir ayrıcalık sağlanacağını umuyorum. Eğer umduğum gibi olursa 'o' bebeğe sevgisini vermeye hazır olan okurlarla yetkilileri buluşturmaya hazırım. Bir ayrıcalık sağlanamaz, bekleyen ailelere öncelik tanınırsa da 'o' bebeğe uygun, 'sağlıklı' bir ailenin seçileceğinden emin olmak istiyorum.
Evladının mezarında bir baba
Bazen öyle bir an gelir ki herşey önemini yitirir. Ne dava, ne özgürlük, ne hak savunusu..
Geçen hafta Ergenekon davasında tutuklu yargılanan Yarbay Mustafa Dönmez'in 1991 doğumlu oğlu Alp Kağan'ın cenazesi vardı. 'Kaçabileceği' gerekçesiyle alınan önlemlerle Dönmez'in 'kaçırdığı' cenaze..
Mutlaka haberdar olmuşsunuzdur. Dönmez oğlu gömülmek üzereyken, mezarlığa son anda yetişti. Ben o gün haberleri izlerken ne yarbay gördüm karşımda ne de aklıma bir davanın konusu geldi. Dönmez, evladını elleriyle mezara yerleştiren bir babadan başkası değildi.
***
Oğlunu en son Temmuz ayında görmüştü. Azerbaycan'a staj yapmaya gitmeden bir gün önce. Son görüşmelerinde 'Yetti artık, hadi çık şu hapishaneden' diye takılmıştı babasına. 1.90 boyunda koca yürekli bir çocuktu.. Babasının mahkemede yapacağı savunmalara müdahale ediyor, teknik meselelerde yakaladığı 'açıkları' hemen babasına aktarıyordu. İşi gücü babasının tahliye edilmesiydi.
Mustafa Dönmez, 'Babadan çok kardeş gibiydik, hatta bazen o benim babam oluyor, beni teskin ediyor, güven veriyordu' diye anlatıyor oğlunu.
***
Mahkeme salonuna hiç birşeyden habersiz geldiğinde, kendisi de baba olan Tuncay Özkan'ın şefkatli sözlerine önce anlam veremiyor. Sonra bir anda duruyor ve 'oğlum' diye haykırıyor. O anı görenler etkisinden çıkamıyor. Dönmez'e kazanın detaylarını anlatmaya çalışıyorlar ama aslında kimse 'detay' filan bilmiyor.
'Azerbaycan'da karşıdan karşıya geçerken araba çarpmış, çarpan araba bilinmiyor, sokakta kamera yokmuş' diyorlar.
Oğlunun aklına-fikrine, kontrollü biri olmasına dayanarak 'bu işte bir iş olmasın' diyor. Sonra da ağzını bıçak açmıyor.
***
Zar zor yetişiyor mezara. Cezaevi aracından çıkarken dik durmaya, yıkılmamaya çalışıyor.
Kalabalık yol veriyor, mezara doğru yürüyor. Hiç tereddüt etmeden otopsi raporunu istiyor. Raporu inceliyor. Sorular soruyor.
Sonra tabutun içinde yatan oğlunu kucaklıyor. Mezarın içine giriyor.
Oğlunun kefenini açıp bakıyor. Yüzünü görmek istiyor. İşte o anı izliyorum televizyonda. Mezarın içine yığılıyor. Bir baba gencecik oğlunu elleriyle gömüyor..