Son yıllarda siyaset özel hayatımızın da tam ortasında. Birkaç kişi bir araya geldi mi hele, konu mutlaka siyasete doğru hızla akıyor.
Kafada onlarca soru ve konuşarak, birbirinin aklından faydalanarak cevaba yaklaşma umudu!
Konuşulan konuların en klasikleşmişi ise; 'CHP'nin önlenemez ataleti'...
Açıkçası bizim aile yemeklerinde en ateşli tartışmalar, sinir krizinin eşiğinden dönmeler hep CHP konuşulurken yaşanıyor. Üstelik öyle diğer siyasi konulardaki gibi, fertler birbiriyle tartışmıyor, direkt partinin önde gelenlerinin gıyabında saydırıyor.
Yine böyle yoğun bir tartışmanın ortasında, fikrine kıymet verdiğim büyüğüm 'Yeni bir kitap çıktı. Adı; AKP neden kazanır? CHP neden kaybeder? Hemen oku' dedi. Ertesi sabah okumaya başlamıştım... Ateş İlyas Başsoy tarafından 'Bir Dost' imzasıyla zekice yazılmış bir kitap.
Başsoy'un kendini biraz fazla önemsediğini hatta bunun bazen sinir bozucu boyutlara ulaştığını görmezden gelirsek kitap gayet kıymetli tespitler içeriyor.
CHP'nin ataleti, iç kavgaları, yüksek egosu, çekimser tavırları, öngörüsüzlüğü net bir şekilde ortaya konuyor. Aynı şekilde AKP'nin başarı sırları da... Bir bütün gibi durmaları, cesaretleri, okuma ve takip alışkanlıkları, büyüme arzuları, çalışkanlıkları ve her şeyden önemlisi ezber bozmaları...
Son derece yalın ve 'bizden biri' tadında yazıldığı için kitabın okuyanı gaza getirme, ateşleme etkisi de var... İnsan bu kitabı okurken yanlışlıkla Kemal Kılıçdaroğlu ile karşılaşsa, aman yani! Başsoy CHP'nin tüm hatalarını, eksiklerini, tutum yanlışlarını alt alta sıralamış. Karşısına çıkıp da itiraz etmek, 'abartma' demek zor... İşin en acıklı yanı da Başsoy sık sık Kemal Kılıçdaroğlu ile irtibata geçmeye çalışmış, önerilerini yollamış ama önemsenmemiş olması...
Uzun lafın kısası, pazar pazar tat kaçırma niyetinde değilim ama bu kitabı alın, okuyun sonra da AKP'yi takdir edin! Haaa, CHP'yi de unutmayın ama onlar da bu başarıya 'sıkı' ve 'kesintisiz' katkı sağladıkları için tebriği çoktan hak ettiler!
Labirent'i izledim!
Labirent'in fragmanını izlediğimde 'Eyvah! Türk polisiyesi!' demiş ve yüzümü ekşitmiştim.
Cuma akşamı, yani film vizyona girer girmez de gittim izledim.
Biz bu polisiye işini bir türlü beceremiyoruz. Aklımız, gözümüz hep Amerika'da olduğundan işin gerçeklik dozunu kaçırıyoruz...
Ama içimde bir ümit, belki bu sefer 'kendi polisiyemizi' çekmişizdir diye gittim sinemaya...
Tolga Örnek imzalı Labirent asla 'kötü bir film' değil. Her şeyden önce bunu söyleyip yazıya bu rahatlıkla devam etmek istiyorum. Ama Labirent iyi bir film de değil. Neden mi? Hemen açıklayayım; film görsel açıdan gayet başarılı. Kostümler, yan rollere yerleştirilen 'tipler', makyaj, ses, kostüm, senaryonun gerçeğe yakınlığı vs vs...
Fakat; bu film belki ABD'de yaşayan, çalışan, onların gizli servisini anlatan bir film olsaydı o zaman başarılı kabul edilebilirdi.
Minik topuklu ayakkabısıyla çok tehlikeli bir Müslüman terör örgütü liderinin peşinden koşan kadın ajanı, Cihangir'de yaşam süren 'cool', yakışıklı, şarap içen, gizemli ajanlarıyla adeta başka bir ülkenin gizli servisini canlandırıyor.
Daha doğrusu direkt Amerikan macera filmlerinden aşina olduğumuz o dev teknolojik ekranlar, sıkı ve tepeden toplanmış atkuyruklu, dolgun dudaklı çalışanlarıyla sinemada izlemeye fazlaca aşina olduğumuz 'o gizli servisin' aynısını bize yani bir Türk filmine monte etmişler. Copy paste yani kopyala yapıştır yapmışlar. Şifreyi çözmeye çalışan o kadın karakteri filan izlemediysem en az 20 Hollywood filminde izledim. Film yine iyi, CSI serisi dizilere hiç girmiyorum!
Bu arada oyunculara çok lafım yok. Senaryonun gerektirdiğini yapmışlar. Her biri karakterini gayet başarıyla canlandırmış. Yani Amerikan gizli servisinden Timuçin Esen gönderilse, cuk diye oturur zerre yadırganmaz... Meltem Cumbul ise belli çok çalışmış. Dövüş sahneleri için aylarca ders almış. Başarıyla da canlandırmış. Ama keşke biraz da karakterin üzerinde çalışsaymış!