Gazetelerde çıkan her Cem Uzan'lı aşk haberi bana kadınları sorgulatıyor.
Kaseti başa saralım...
Uzan Ailesi, kaçışları ve o esnada el konan özel mülkleri.
Teknelerin, evlerin içinde bulunan gizli kameralar ve ses kayıt cihazları.
Ailecek yaşanan, aile dostlarının ağırlandığı odalardan, tuvaletlerden çıkan kamera sistemleri...
O günlerde herkes 'kim bilir kimlerin ne görüntüleri vardır' diye fikir yürütürken benim tek düşündüğüm Cem Uzan'ın eşinin bunlardan haberdar olup olmadığıydı. Alara Uzan evine davet ettiği arkadaşlarının, torunlarına bakmak üzere bazı geceler evinde kalan annesinin yatak odasının, tuvaletinin eşi tarafından gözetlendiğini biliyor muydu?
Erkek arkadaşıyla evlerine, teknelerine konuk olan kız kardeşinin en mahrem anlarının kayıt altına alınmış olunabileceği ihtimali var mıydı kafasında?
Hiç sanmıyorum.
En azından sanmak istemiyorum.
O günlerde 'böyle bir adamla evli olmak' düşüncesi kafamı kurcalıyordu.
Kaçsan kaçamazsın, otursan oturamazsın.
Bir süre sonra zaten evliliğin çoktan çatırdadığını öğrendik.
Kimi 'güç azaldı evlilik bitti' yorumları yapsa da ben 'ortaya çıkan ahlaki portre'yi sebep görüyordum, görmek istiyordum...
Siz şimdi 'tanımıyor muydu kocasını' diye itiraz edebilirsiniz ama dediğim gibi ben ısrarla kendi 'değerlerim'le yorumlamak istiyorum.
Uzaktan izleyen biri olarak bile tedirgin olduğum, korku hissettiğim, güvensizliğin uç noktalarını gazete sayfalarından okuduğum bir adam portresinden bahsediyorum...
Eşinin boşanma arzusunu 'normal' bulmamam elde değil...
BASINA 'BİLİNÇLİ' MALZEME VERMEK
Derken aradan çok kısa bir süre geçiyor ve yine 'sosyete'nin tanınan simalarından, bizlerin Cem Hakko'nun eski eşi olarak tanıdığımız Bettina Machler giriyor o hayata... Hiç tedirgin olmadan... Oysa çocukları da var...
Kafamda bazı bahaneler uydurmaya çalışıyorum bu ilişkiye bir kadının girmesi ile ilgili. Eh pek tutturamıyorum ama 'yaşı' diyorum, 'darbeli boşanması' diyorum, hatta belki 'psikolojik' bir neden diyorum...
Ama her an çürütülebilecek bahaneler bulabiliyorum ancak...
Derken Derin Mermerci adı dolanmaya başlıyor ortalıkta. 'Yok canım yalandır' diyorum. İnsan ister istemez 'ben olsam' diye düşünüyor çünkü.
Sonra fotoğraflar çıkıyor, basın açıklamaları yapılıyor. 'Denklik' benzetmesi yapılan açıklamalar yazılıyor Derin Mermerci'nin ağzından, bir yalanlama bekliyorum ama yok, gelmiyor.
Sonra bir elinde Cem Uzan'ın taktığı yüzük diğer elinde Cem Uzan'ın gönderdiği çiçeklerle çekilmiş fotoğrafları görüyorum.
Geçen hafta pazar günü Çınar Oskay'ın hazırladığı Radikal gazetesinde okuduğum o habere kaçıyor aklım 'Cem Uzan'ın gizli ajandası'... Hadi diyelim Uzan'ın böyle bir ajandası var, bu kadınlarla hepimize 'bitmedim' mesajı gönderiyor. Peki ya onunla sevgili olan kadınlar ne yapıyor? Bunun da bir hesabı var mı? Neden gazetelere bu ilişkinin malzeme olmasından hiç rahatsız olmuyor, hatta daha da malzeme verecek pozisyonlar yaratıyorlar?
Anlamam mümkün değil.
Ahlak mı, yozlaşma mı, değer yargısı mı? Hangisini sorgulayacağımı bilemiyorum.
Başbakan'a suikast
SalI gecesi geç bir saat. Uykum kaçmış, Televizyonla oyalanıyorum. Kanallar arası dolanırken Başbakan'ı görüyorum, ama bir tuhaf görünüyor gözüme. Bakıyorum ekranın altında 'Ulusa sesleniş' yazıyor. Konuştuklarını dinleyemiyorum, anlayamıyorum. Çünkü ekranda gördüğüm Başbakan bizim tanıdığımız, bildiğimiz Recep Tayyip Erdoğan değil. Aslında ta kendisi ama o değil işte. Bir süre dikkatle inceledikten sonra anlıyorum! Her kim Başbakan'ı o konuşmaya hazırladıysa büyük bir suikast düzenlemiş. Çünkü aşırı makyaj Başbakan'ı başkalaştırmış. Kaşları, yüzüne sürülen fondötenin arasında kaybolmuş. Olmamış yani. Başbakan elbette ekrana hazırlanmak, bazı rötuşlar yapılmasına 'evet' demek zorunda... Ama beraber çalıştığı ekibe de güvenmek zorunda. Bu hatayı makyöz yaptı diyelim, peki ya Başbakan'ın ekibinde çalışan onlarca göz de görüp uyarmadı mı? Açıkçası ben buna Başbakan'a düzenlenen suikast diye yorumlarım!
AK Parti'nin sırrını cözdüm
Şİmdİlerde Ankara'da yaşamaktayım biliyorsunuz. O yüzden de bazı siyasi hareketler daha bir net anlaşılıyor burada. Zaten siyaset İstanbul'daki gibi sadece ilgilenenin konusu da değil burada. Hayatın içinde, ister istemez dahil olduğun bir konu.
Geçenlerde bir yakınımın babası vefat etti. Sanırım gece yarısından biraz önce. Sabah erken saatlerde cenaze evinde matem ve zoraki bir koşturmaca yaşanırken telefon çaldı. Arayan AK Parti'den biri. Önce taziyelerini sundu aile bireylerine. Ardından cenaze ve mezar işlerini hem maddi hem manevi yüklenebileceklerini, ailenin bunu arzu edip etmediğini sordu.
Telefon kapandıktan sonra hepimiz sessiz. İlk yorum kimden gelecek onu bekliyoruz. 'İşte başarı böyle elde ediliyor. Vatandaşın en acılı gününde ona destek olduğunu hatta en önemlisi arkanda hükümetin olduğunu hissettirerek' dedi evin en büyüğü... Haksız da değil... Rakip partilere duyurulur!
Tebrikler!
NTV Yayınları'nı bu kaçıncı tebrik edişim bilmiyorum.
Konu kitap satışlarını hareketlendirmek ve akıllıca projeler üretmek olunca tüm yayın evlerini geride bıraktıkları tartışılmaz.
Son yayınları alkışı hak etmeyecek gibi de değil. Karikatürkiye.
1923'ten bugüne yani Cumhuriyet tarihi boyunca çizerlerin gözünden Türkiye. Üç ciltten oluşan bu eser hem son günlerin tartışmalı konusu 'siyaset ve karikatür ilişkisini' açıkça ortaya koyuyor hem de ülkenin geçtiği süreçleri.
Siyasetin mutlaka karikatür dergilerinin gözünden de takip edilmesini savunan benim gibi okurların arayıp da bulamadığı bir 'toplama'...
Bu arada cehaletime verin, ülkemizde bir karikatür tarihçisi olduğunu bilmiyordum zaten kendisi bu alanda tekmiş. Turgut Çeviker'e bu çalışma için teşekkür ederim.
Önemli not: Aman kimse diğer meslektaşlarım gibi 'kitap yollamışlar o da iltifatlara boğmuş' sanmasın... Çünkü bana bu kitap yollanmadığı gibi gazeteye yollanan kitapları şahsi kütüphaneme koyma alışkanlığım da yoktur. Kitaba para harcamayı severim...