Hukuka uygun yargılanmanın yapılmamasından şikayet ederken, 'İşleyişte ciddi sorunlar var, çözüme yönelik birşeyler yapılmalı' diye yazılar yazarken, iş hukuk ve adalet dilenciliğinden çıktı alenen can güvenliği meselesine döndü.
'Ergenekon duruşmalarına gitmek; kör olmak, beyin kanaması geçirmek, kalp krizinden ölmek, sıkışıp nefessiz kalmayı göze almaktır' demiştim bir ay önce..
Şimdi ise, 'Ergenekon davasında avukat olarak görev almak demek yumruk ve dayak yiyerek, yaka paça duruşma salonundan atılmak demektir' noktasına geldik.
Söz hakkı, tanık dinletme hakkı yok, delillerin çürüklüğü kabul edilmiyor, mikrofonlar kesiliyor, duruşma salonunda sık sık 'komutanlar bunları dışarıya atın' komutu veren bir mahkeme başkanı ve robokoplar tarafından tartaklanan sanıklar ve avukatlar!
Geçmiş yargılamaları insanlık suçu olarak kabul eden bizler ileride Ergenekon duruşmalarını ne olarak kabul edeceğiz işte o belirsiz...
***
İnci Pastanesi'nin 'zorla' taşınması İstanbulluları üzmüştü. Kimsenin derdi profiterol filan değildi şüphesiz. Şehrin kimliğini, geçmişini ve dokusunu yerle bir edip yerine alışveriş merkezi dikmek isteyen zihniyete itiraz ediliyordu.
İnci taşınırken kısık sesli bir eylem yapıldı sonra unutuldu gitti.
Sıra geldi Emek Sineması'na.. Bir gece ansızın kurdular iskeleleri. Yıkım başladı..
İstiklal Caddesi'nin simgelerinden biri olan Emek Sineması da gidiyor.. Yerine dev bir alışveriş merkezi dikilecek, adı 'Grand Pera' olacak, en üst katına da 'modern' bir Emek Sineması kondurulacakmış.
Bizlere yıllar sonra Emek Sineması'nı nasıl koruduğumuz sorulduğunda ise ne yanıt vereceğimiz belirsiz!
***
Taksim'in 'yenilenme' çalışmaları hızla devam ederken 1900'lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen bahçe duvarı, üç tonoz ve gider kanalları bulundu. Ve hemen karar verildi; Tarihi kalıntıların çalışmaların yapıldığı alana denk gelen kısmı kaldırılacak, iş makineleri aynı hızla çalışmaya devam edecek daha sonra bir çalışma yapılacak ve kalıntıların devamına ulaşılmaya çalışılacak. Geçmişine, tarihine 'yenisi' kadar kıymet vermeyenler her fırsatta 'ecdadımız' diyecek, biz ne cevap vereceğiz, işte o belirsiz!
***
Milliyet gazetesi büyük bir sarsıntı geçirdi. Şimdilik hasarsız ama belli ki birçok yazarın geleceği hafif bir artçıya bağlı.. Patronun 'Ben sizi böyle haberler yapasınız diye işe almadım' diyebildiği, korkudan yazarların yazılarını bastırtmadığı, 'Başbakan isterse bu gazeteyi kapatırım onu bilin' diye açıkça söyleyebildiği günler... Muhabirlerini her türlü güç karşısında savunmuş, patronla, hükümetle hiçbir gün uzlaşmamış ustaların mezarlarında döndüğü, kemiklerinin sızladığı günler... Bakıyorum da meslek büyükleri hâlâ sessiz. Kimileri de anca altlarından tahsis edilmiş özel otomobilleri çekilince 'Bu gidiş iyi bir gidiş değil' deyiveriyor. Yıllar sonra, yeni nesil gazeteciler 'Bu mesleğin bu hale gelmesine nasıl müsaade ettiniz?' diye sorduğunda onlara ne yanıt vereceğimiz ise tamamen belirsiz!