Hep endişelerle mi yaşayacağız biz bu hayatı? Peki bizim endişelerimizi giderecek, adımıza en az bizim kadar duyarlı kararlar alabilecek liderler olmayacak mı hiçbir zaman?
Güven duygusu her alanda terk mi edecek
hayatımızı?
Paranoyak, korkak insanlara mı dönüşeceğiz?
Her an risk altında mı devam ettireceğiz yaşamlarımızı? Yeni nükleer santrallar istemiyorsam, bir vatandaş olarak hiç mi söz hakkım olamayacak?
Ben bu duruma isyan ediyorum...
Hayatıma bir de 'nükleer endişe' girmesini istemiyorum.
Şimdi endişelerimi alt alta yazsam buna da 'genetiğiyle oynanmış gıdalar'la başlasam, 'deprem'le devam etsem korkacak, ürkecek hatta panik krizleri yaşatacak ne çok sebebimiz olduğu daha da netleşecek.
Zaten hayatta kalmak, sağlıklı ve normal bir hayat sürdürebilmek epey zor biz insanlar için. Dert çok. Bir de nükleer dert, tasa istemiyorum ben arkadaş! Sizin demokrasi anlayışınız 'karar verildi, nükleer santral yapılacak, işte o kadar' düzeyindeyse benim cevabım da 'İstemiyorum, işte o kadar' olur!
Romantik komediymiş, peh!
Amerİkan sinemasına nasıl da hayranız hepimiz.
Hollywood'dan gelen her işi beğenmeye dünden razıyız.
'Adamlar işi biliyor' nidalarıyla, zevkten dört köşe ayrılıyoruz sinema salonlarından..
Aslında çoğu zaman o kadar saçma, o kadar 'ucuz' işler izliyoruz ki.
Mesela yıllardır 'Biz neden şu romantik komedi işini beceremiyoruz' diye tartışıyoruz.
Şimdi bütün bunları niye yazdığıma gelelim.
Türk sineması son günlerde çok hareketli. Üretim hız kazandı.
Bizler kendi işlerimizi aşağılama konusunda uzman olduğumuz için daha en baştan 'Türk filmi' ön yargısıyla yaklaşıyoruz kendi sinemamıza.
Evet vasat işler de çıkmıyor değil, ama iyiler de var. Hepimizin umudu gelişmenin devam etmesi.
Fakat romantik komedinin üstadından da öyle filmler geliyor ki, acıklı bir durum.
Dünyaca ünlü starlar, yönetmenler, büyük Hollywood bütçeleri ve ortaya çıkan feci işler. Dün Türkçeye 'Bağlanmak Yok' adıyla çevrilmiş 'No Strings Attached' adlı filmi izledim. Natalie Portman, Ashton Kutcher, Kevin Kline gibi güçlü isimlerin rol aldığı bir romantik komedi.
Film güya 'arkadaşlık ve seks ilişkisi beraber yürüyebilir mi' gibi bir soruya yanıt arıyor. Ama sadece genç oyuncuların, çekici bedenlerini izleyiciye sunmak için tasarlanmış bir film. Onları yarı çıplak sergilemekten başka da bir özelliği yok.
Saçmalık ötesi. İnsan ister istemez düşünüyor. Türk sinemasının parası, starlık düzeyi, imkanları Hollywood'la karşılaştırlamayacak kadar düşük. Yani eleştirirken bunu da göz önünde bulundurmak lazım.
Özcan Deniz'in beğenilmeyen 'Ya Sonra'sıyla Natalie Portman'ın oynadığı 'Bağlanmak Yok' arasında benim için hiçbir fark yok açıkçası.
Alkışlar Leman'a
Aslında yazmakta geç kaldım.
Ama geç de olsa, hala raflarda yerini korumakta olan Leman dergisinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için çıkarttığı özel sayıdan bahsetmek isterim. Karikatür dergilerine önem ve kıymet verenlerdenim, biliyorsunuz. Hayatın, siyasetin mutlaka bir de o taraftan takip edilmesi gerektiğini düşünürüm. O sebeple de yaşamaları, hatta daha da güçlenmeleri için elimden geleni yaparım. Kısıtlı imkanlarına rağmen, üretmekten yılmayan, tuhaf, algıları gelişmiş, motivasyonu bir şekilde kaybetmemeyi başarabilmiş insanlar olarak görürüm karikatüristleri.
Neyse. 'Bayan Yanı', hayli başarılı olmuş.
Ülkede yaşanan ve içinden kadın geçen her konuya yer verilmiş. Zengininden fakirine, cahilinden enteline tüm kadın meseleleri işlenmiş. Hem öyle seksist bir söylemle de değil, çoğu zaman kendi kendilerini 'ti'ye alarak... Nisana kadar raflarda kalacakmış, alıp okuyabilirsiniz, tabii benim gibi geç kalanlardansanız.
Özgürlüğümüz için yürüdük
AslInda geçen haftadan beri herkes izlenimlerini, beklentilerini yazdı. Pazar günü Taksim'de gerçekleşen 'basın özgürlüğü yürüyüşü'nden bahsediyorum.
Ben de yürüyüşe katılanlardan biriydim.
Ve oldukça mutluydum.
Neden mi?
Çünkü hayat tarzları, gazetecilik alanları, meslekteki duruşları birbirinden farklı yüzlerce insan, aynı amaç doğrultusunda buluşabildiğimiz için.
Hakkında yazı yazdığım, benim hakkımda yazmış, sert polemikler yaşanmış, beğendiğim, beğenmediğim, doğru bulduğum, bulmadığım tüm meslektaşlarımla el ele, aynı fikir aynı amaç uğruna buluşmuş olmaktan gurur duydum.
Çünkü hepimizin istediği tek bir şey var o da özgür olmak.
Özgürce işimizi yapabilmek.
Son zamanlarda medya dünyasında yaşanan 'o benim hakkımda çok kötü şeyler yazmıştı, oh olsun ona' tavırlarına inat hepimiz bir olduk, olabildik. Tanıdığımız, tanımadığımız arkadaşlarımızın adını bağırarak, kendi özgürlüğümüzü geri kazanmak için yürüdük! Çok da iyi yaptık...
İbo ve kadınları sit-com olsun!
Bİr dizi yapımcısı olsam şu anda gider ve İbrahim Tatlıses'in yattığı hastanede kamp kurardım. Orada yaşananları gözlemler, notlar alır ve daha sonra müthiş bir sit-com ortaya çıkartırdım.
Evet, elbette İbrahim Tatlıses'in başına gelene üzüldüm. Her gelişmiş insan gibi.
O yüzden aman 'duygusuz kadın' saldırılarıyla gelmeyin bana.
Ama bazı insanlar vardır kontrolü kaybettiği anda etrafı birbirine girer. Birbirine girecek o kadar çok denge vardır ki o çekildiği anda ipin ucu kaçar. İşte İbrahim Tatlıses'in özel hayatı tam da bu örneğin hayat bulmuş hali.
Eski, yeni, en eski eşleri ve onlardan olma çocukları hatta ziyarete gelmeyen ya da gizli gelen eskileri filan... Ve onların arasında yaşanan trajikomik çekişmeler. Neyse, inşallah İbrahim Tatlıses eski haline döner ve o da güler bu yaşananlara, en az bizim kadar. Ama siz yine de sözümü hafife almayın, bu sit-com çok izlenir!