Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden yükselen sesleri duydunuz mu?
Duymadıysanız eğer yardımcı olayım...
Fakültenin dekanı Yusuf Devran hem öğrenciler hem de bazı öğretim görevlilerince suçlanıyor.
Suçlandığı konu ise son dönemlerde ülkede sıkça yaşanan 'fişleme eylemi'...
İddialara göre; Devran jüriye yüksek lisans sınavında okula kabul edilecek öğrenciler için bir liste vermiş ve bu listeye itiraz eden öğretim görevlileri ile hem sözlü hem fiziksel 'çekişmeler' yaşamış, konu savcılığa intikal etmişti.
Yusuf Devran, yüksek lisans ve doktora sınavlarında fişleme, adam kayırma, baskı yoluyla etki altına alma, hocalara ve öğrencilere iftira ve tehdit ile suçlanıyordu.
Fişlemeyi ise öğrencilerinin adlarının yazılı olduğu listeye küçük notlar alarak yapıyordu.
Kimin hangi hocayla yakın iletişimi olduğu, kimin ülkücü, kimin solcu ve maalesef kimin Kürt olduğuna dair notlardı bunlar.
En fenası ise dekan, Kürt asıllı olduğuna kanaat getirdiği öğrencilerin adının yanına 'p' harfi karalıyordu. Öğrenciler ve öğretim görevlileri bu 'p'nin PKK anlamına geldiğini savunuyorlardı.
Mesela Azad Bedirhan son derece başarılı olduğu, dört senelik öğrencilik dönemi boyunca hiçbir disiplin suçuna bulaşmadığı ama adı Azad olduğu için 'p' harfiyle fişlendiği ve aldığı not açıklanmadan 'başarısız' bulunarak yüksek lisansa kabul edilmediğini anlatıyordu.
***
Azad'ın anlattıklarını okurken içim yandı.
Herhangi bir gencin böyle bir muameleye maruz kaldığını düşünmek ve buna sessiz kalmak benim için imkansız.
Açıkçası Azad'ın Kürt asıllı olması beni hiç mi hiç alakadar etmiyor.
Aslında bir öğretim görevlisini, bir dekanı da etmiyor olması gerek.
Eğer insanlar, seçme şansı verilmeden içine doğduğu milletin ideolojik savaşları yüzünden eziyet görecekse oturup bambaşka şeyleri tartışmalıyız...
Bundan sadece birkaç sene önce Müslüman olmak teröristle eşdeğer tutuluyordu dünyada...
Özellikle 11 Eylül saldırısından sonra, yurtdışında yaşayan, seyahat eden, yurtdışında ev kiralamak isteyen, iş arayan, okul okuyan Müslümanların gördüğü muameleyi hatırlatmak isterim size.
Çok yakın bir tarihten bahsediyorum...
Yani ben azılı terör örgütleriyle aynı dine mensup olmaktan dolayı 'kırmızı alarm'a geçirebiliyordum tüm güvenlik birimlerini.
Hepimiz aşağılandık, rencide edildik.
Şimdi okulunu okumak, yüksek lisansını yapıp hedefine ilerlemek derdindeki genç bir adama yaptığımızın bize yapılandan bir farkı yok...
***
Her konuda Başbakan'ın ağzından çıkan söze göre kendi sistemine şekil veren merciler, şimdi 'Ayrım yapmak yok. Kürt vatandaşlarımıza terörist muamelesi yapılamaz. Her Kürt PKK demek değil' açıklamalarına rağmen 'fişçiliğe' devam ediyor.
Buna bir dur demek ise yine Başbakan'a düşüyor.
Şahsen ben; bir üniversiteyi 'festivalde içki satamazsınız' diye arayan Başbakan'dan bir diğer üniversiteye de 'Kürt öğrencileri fişleyemezsin' telefonu bekliyorum.
Eğlenirken ölmek!
Hangi tatil beldesinde olursak olalım bir süre sonra mutlaka etrafımız sarılır ve 'su sporları' adı altında birçok 'su oyunu'na dahil edilmeye çalışılırız.
Sürat motoruyla çekilmek suretiyle, muz, hamburger, uçan yatak gibi adlarla Türkçemize katılan su oyunlarını her daim tehlikeli bulmuşumdur.
Çünkü konuyu derinlemesine incelemeye gerek duymadan, sadece sürat teknesi kullanmayı bilen herkesin bu 'sektöre' adım attığını tahmin ederim.
Neticede ülke insanını biraz tanırım.
Daha çok kısa bir süre önce yine bir 'bir kere dene bari' baskılarına maruz kaldım.
Bu uçan yatak denen şişme yatağa binecekmişim ve debelenecekmişim.
Elbette binmedim ama ertesi sabah gazeteyi açtığımda okuduğum habere de şaşırmadım.
Almanya'dan tatile gelen iki turisti 'kandırıp' muza bindiren 'su oyuncuları'nın girişimi bir ölü ve bir ağır yaralıyla sonuçlanmış.
Muğla'da yaşanan bu facia umarım herkese bir ders olmuştur.
Her iş uzmanı, bileni tarafından yapılmalı.
Hele denizde, hele sürat teknesiyle...
Aman diyeyim!
Ayşe Arman'a teşekkür etmek isterim!
Ayşe Arman ve gazeteciliğini çok uzun zamandır beğenmiyordum.
Ama istikrarını da takdir ediyordum.
Zaman zaman aramızda 'dozu yüksek' atışmalar da yaşandı.
Sanırım ben onun değişen yazı tarzını ve konularını eleştirirken o beni şahsen sevmez oldu.
Bunların benim için hiç önemi yok.
Geçen hafta Ayşe Arman çok uzun bir aradan sonra ilk defa haberciliğe dair bir hamle yaptı.
Silivri'ye gitti, yargılamaları izledi ve gözlemlerini yazdı.
Mustafa Balbay'ın eşiyle de güzel bir röportaja imza attı.
Farkındayım; alay edeni, eleştireni, ciddiye almayanı çok oldu.
Ben ise çok beğendim.
Herkesin sessiz kaldığı, kapısından bile geçmediği Silivri'yi merak etmesi, 'orada ne yaşanıyor' diye sorgulamasını önemsedim.
Hapis yatan meslektaşlarım ve onuru zedelenmiş mesleğim adına teşekkür etmek istedim.